Kenet - Hakan Akdoğan
Geçmişin gölgesinde şekillenen bir hesaplaşma ve yüzleşmeye dair bir anlatı...
Tolstoyun dediği gibi;
‘Bütün güzel hikayeler iki şekilde başlar. Ya şehre biri gelir ya da şehirden biri ayrılır’
Ana karakterimizde ailesinden miras kalan bir pansiyonu devralmak için kasabasına
döndüğünde, yanında sevgilisi Özgür vardır. Bu dönüş, sadece fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda Haşmet’in geçmişle ve kendisiyle yüzleşmesine zemin hazırlar…
Kahretmesin yoruma acayip klasik bir giriş yaptım …
Dayımız gassal olunca kitap ölüm, kayıp ve vicdan gibi hayat karşısında insanoğlunun sorgulamasına müsait zeminlerden oluşuyor. Haşmetin dayısı Bahattin gassal olarak ölüleri yıkarken ailelerden aldığı notlarla kendince bir tür ölülerin hikayelerini koruyan bir arşiv oluşturuyor. Yazar bu metaforla belkide ölüler ve yaşayanların hikayesini birbirine kenetlenmiş??? Haşmet, bu kasaba atmosferinde, eski yaralarını ve aşklarını hatırlarken, intihar ve cinayet gibi trajediler de hikayeye gerilim ve derinlik katıyor …
(Anlaşılabileceği gibi buradaki gassal, meşhur dizideki gibi abuk sabuk bir gassal değil)
Bir yanda, içsel çatışmaları ve kendiyle hesaplaşmalarıyla derinleşen karakterler, diğer yanda ise modern hayatın insan ilişkilerindeki kopuşları ve bağlanma çabaları…
Roman yaşam ve ölüm arasındaki çizginin silikleştiği, okuyucuyu içine çeken yoğun bir metin.
Bu güzel kitabın son düzlüğüne çıkmışken, sende limana doğru çek kürekleri kayıkçı, namaste olsun…
Sahilde “kenet”leniriz !