Aslında anladım ki önyargılarımdan hala bir şekilde vazgeçmemişim. Tıpkı izlediğim bir filmin sonunun şaşırtıcı bir biçimde bitmesi gibi bu kitabın da sonunun böyle olmasını beklemiyordum.
Kitap başta "iyilik"," kötülük" kavramlarını irdelese de bunları, genel olarak insanlar(bekçiler) üzerinden tartışıyor. Bir devlet nasıl niteliklere sahip biri tarafından yönetilir, herkes bekçi olabilir mi yoksa bekçinin belli başlı özellikleri var mıdır?...
Bunları tartışırken de benim dikkatimi ayrıca çeken iki nokta oldu: birincisi, soysal statüsü ne olursa olsun örneğin müzikle ya da sanatla uğraşan bir ailenin çocuğunun da sanatçı olmasının gerekmediği, başka alanlarda daha iyi işler çıkarabileceği yani Sokrates'in anlatmasıyla, demirden altın çıkabilir ya da altından gümüş çıkabilir. Yani her insan nasıl bir aileye doğmuş olursa olsun özünde kendisidir, kendine has bir rengi vardır.
İkincisi ise kadınları tartıştıkları bölüm olmuştu benim için. Yaratılış olarak farklı olsak bile, bu işi kadın yapabilir, bu işi erkek yapabilir den ziyade iyi bir sanat eseri ortaya koyabilen bir erkek gibi kadın da aynı şeyi yapabilir o da sanata veya pozitif bilime vs. İlgi duyabilir ve üstesinden gelebilir. Bu yüzden kadınlar da en iyi bildikleri işi yapmada özgür bırakılmalıdır.
E devlet adamlarının filozof kişiler olmasını istemesini de geçmemek gerek.
Ve son olarak Sokrates'e göre ruhumuz ölümsüzdür. İyilik ve kötülüğü yapmak bizim elimizdedir. Doğruluk ve bilgelikten ayrılmazsak, bunun karşılığını er ya da geç alırız.