Eğer okuduğun kitaplar seni kibirden, önyargıdan ve bağnazlıktan uzaklaştırmıyorsa, sana kendini sorgulatmıyor,
empati ve tevazuya sevk etmiyor, faniliğini ve acizliğini
göstermiyorsa o kitapları okumanın çok da bir anlamı yok..
Bir an kayboldun gibi. Yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz
Kendime, "Eh, bilimin delicesine bilmek istediğin her şeyi biliyorum, fakat bu yol hayatımı anlamını bulmamı saglayacak soruları cevaplamıyor." dedim… kendime hali hazırda vermiş oldugum cevaptan başka bir cevap veremezdi: "Hayatımın anlamı nedir?"
Eğer kesin alanları bırakıp sadece hayata dair sorular cevaplamaya çalışan felsefe, biyoloji, sosyoloji gibi alanlara bakacak olursak insanı dehşete düşüren bir düşünce yoksunluğu ortaya çıkar.
Sorum, beni elli yaşında intiharın eşine getiren soru,en sersem çocuktan en bilge yaşlıya kadar her insanın ruhunda yatan en temel soru, hayatı mümkün kılan soruydu. Bu soru şuydu: ‘’ Bugün yaptıklarımın ve yarın yapacaklarımın sonu ne olacak? Hayatımın tamamını sonunda ne olacak?
Soru farklı şekillerde de ifade edilebilir. Neden yaşamalıyım? Neden herhangi bir şey istemeliyim? Veya herhangi bir şey yapmalıyım? Daha farklı bir şekilde: Hayatımı kaçınılmaz bir şekilde gelen ölüm tarafından yok edilemeyecek kadar anlamı var mı?