Metafizikçilerin doğru olup olmadığını bilmiyorum. Belki bir yerde özellikle çekici, düşündürücü bir metafizik sistem ya da fragman duruyordur. Ama metafizikçilerin insanların çektikleri acılardan genellikle çok az etkilendiğini biliyorum.
Ölüm konusundaki en ilginç felsefi tutumu Spinoza’da buluyoruz: canlı bireyin
özünün değil varoluşunun sonlanışı olarak ölüm onun için bir hiçtir ve onun bilincine
hiç bir kavram sunamaz. Başka bir deyişle bir hiçlik olan ölümü düşünmek bir hiçten
ibarettir.
Ölümü bir öte dünyanın yaşantısına atan dinsel ve ahlaki öğretiler ölümün bu
“dışsallığını” onun evcilleştirilmesi için bir çare olarak kullandılar. Hayatı ölümle
yargılamak... Ya da daha sofistike ve tek tek tüm bireylere kadar uzanan bir mutlak
Tanrı sorgulaması, Son Yargı... Hayatın artık bir sonu, bir amacı ve daha yüksek,
aşkın bir düzlemde yer alan bir hedefi vardı. Herakleitos’tan başlayarak Spinoza’ya
dek vardığını söylediğimiz “içkinlik” düşüncesi hep bu aşkınlık öğretisi tarafından
dinsel ve düşünsel bir baskı altında tutulmuştu.