"Wandering between two worlds, one dead,
The other powerless to be born.
With nowhere yet to rest my head."
(Biri ölü, öteki doğacak gücü bulamayan
İki dünya arasında dolanıp duruyorum.
Başımı koyup dinleneceğim bir yerim yok.)
Ama birden Catullus’u hatırladı: “Seni ne zaman görsem sesim kesiliyor, dilim tutuluyor, ince bir alev tüm gövdemi dolaşıyor, içimden fışkıran bir kükreme ve karanlık kulaklarımı gözlerimi dağlıyor.” Catullus’un Sappho çevirisi; Avrupa tıbbında aşk denen hastalığın en iyi tanımı budur hala.
Bazı erkekler kendi karılarından daha az çekici kadınlar bulunduğunu düşünerek kendilerini avuturlar; diğerleriyse daha çekici kadınlar olduğunu düşünerek işkence ederler.
Aniden sular çekilince anonimler ortada kalmıştı, doksan milyon yıl öncesinden bir mikro kıyamet. Kara bir şimşeğin ışığı altında, bütün hayatın paralel olduğu birden içine doğdu: Evrim, mükemmelliğe doğru yükselen dikey bir şey değildi, yataydı. Zaman bir aptallıktan ibaretti; varoluşun tarihi yoktu, hep şimdiydi, hep aynı şeytani makineye kısılıp kalmaktı. Gerginliği kapatmak için insanlığın diktiği bütün o rengarenk perdeler: Tarih, din, görev, mevki; hepsi yanılsamaydı, dumanlı kafayla hayal edilen şeyler.
Belirsiz ve genel bir duyguydu bu ama iliğine işlemişti sank; çok yüksek ve uzun bir duvar boyunca gelip aradığı kapıyı bulan bir adam gibiydi… ama kapı kilitliydi.
Hayatım yalnızlık içinde geçti Bay Smithson. Asla kendi dengimle arkadaşlık edemeyeceğimi, asla kendi evimde oturamayacağımı, dünya bir genellikse benim hep bir istisna kalacağımı buyuran bir ferman var sanki.