Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhumun bulunduğunu öğrettin. Bunu sonuna kadar götüremediysen kabahat senin değil... Bana hakikaten yaşamak imkanını verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim.
İnsanlara kızmama imkan yoktu, çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti; diğerlerinden başka birşey beklenebilir miydi?
Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu.
Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk.
Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?
Bazı ayrılıklar vardır ki ölümden beterdir.
Tükenir insan.
Sevdiğinin başına gelecek şeyler ürkütür onu en çok.
Ayrılık gönüllerde hep bir yara ve sızı.
Kader, der insan, kader.
Sevdiğinden hiç ayrılmasa insan.
Sonsuza dek ve muhabbetle baksa.
Kartal bakışlı gözlerden çakan ışık aydınlatsa sonsuza dek.
Geleceğe yürüse Payitaht'ın kadim varlığı.
Düş değil gerçek olan bu direnç.
Ne çetin bir savaş.
Ne az biliyor insan.
Ne büyük ne güçlü bir iman,
Bütün varlığın ile seni sarıp sarmalayan.
Allah'a sunacağım.
Susmayacağım mizanda,
Ben diyeceğim,
Ben şahidim.