Böylece farkına varmadan kendimi insan ırkının diğer yarısına karşı yeni bir tavır benimserken buldum.Herhangi bir sınıfı ya da cinsiyeti bir bütün halinde suçlamak saçmaydı. Büyük insan toplulukları yaptıklarından hiçbir zaman sorumlu değildir .
Erkek kendisini sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde, olduğundan en az iki kat daha büyük görmezse nasıl karar vermeye, yerlileri medenilestirmeye, kanunlar yapmaya, kitaplar yazmaya, giyinmeye ve ziyafetlerde nutuk çekmeye devam edebilir?
Muhtemelen profesör kadınların aşağılığı konusunda biraz fazla vurguyla ısrar ederken onların aşağılığıyla değil kendi üstünlüğüyle ilgileniyordu. Hararetle ve çok fazla üstünde durarak koruduğu şey buydu çünkü bu onun için nadir bir mucevherdi.
Bu çok garip bir olguydu ve zihnim, zamanlarını kadınlar hakkında kitaplar yazarak geçiren erkeklerin hayatlarını canlandırmaya koyuldu; yaşlı mi yoksa genç miydiler, evli mi bekar mı, kırmızı burunlu mu yoksa kambur muydular-her durumda, yalnızca kötürüm ya da sakatlardan gelmediği müddetçe, insanın böylesine bir ilginin nesnesi olduğunu hissetmesi belli belirsiz bir biçimde pohpohlayıcıydı- bütün bu anlamsız düşünceler önümdeki masaya düşen kitapçığıyla sonlanana dek böyle düşünüp durdum.
Tüm bu kadınların yıllar boyunca çalışıp iki bin sterlini bir araya getirmekte zorlandıklarını ve otuz bin sterline ulaşmak için ellerinden geleni yaptıklarını düşününce, cinsiyetimizin kınanması gereken fakirliğine karşı öfke patlaması yaşadık.
İşte böylece yüzyıllar önce otların dalgalandığı ve domuzların dalıp çıktığı yerde artık kütüphaneler ve labaratuvarlar, gözlem evleri, şimdi cam raflarda duran pahalı ve kırılgan aletlerden oluşan muhteşem ekipmanlar vardı .