Uzun zamandır girmemiştim siteye. Nereden geldi aklıma bilmiyorum, girip birden sitede dolanma isteği doğdu içimde. Siteye girdiğimde Erhan abinin mayıs ayı hikâye etkinliği çıktı karşıma. Anlaşılan pek bir şey değişmemişti buralarda. Dört yıl önce mayıs ayında küçük kısa bir öykümsü yazmıştım bu etkinlik için. Aradan uzun zaman geçmiş, ben yazmak
3 Mart 1924'te, dini ve modern eğitim veren okullar, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Maarif Vekaleti'ne bağlanmıştır. Bu okullar arasında vakıfların idare ettiği okullar da mevcuttu ve bir süre sonra bunların din eğitimi yapan kısmı da kapatılmıştır. Bu siyasete sonradan takılan laiklik isminin aslında felsefi düşünceden degil, kuvvet mücadelesinden doğduğu aşikardır.
İşte daha 1924 yılında halk arasında Gazi'ye gösterilen sonsuz sevgi ve saygı kadar, Halk Fırkası'na karşı uyanan bir tedirginlik, tepki ve muhalefet de vardı. Parti, kendine özgü bir tarihi gelişmeye tabi olmuş ve lideri Mustafa Kemal Paşa'yı da etkileyecek şekilde kendi iç kanunlarına bağlı bir hayat yaşamıştır. Nitekim 1924'te gerek bazı hükümet erkanının, gerek bazı mebusların rüşvet aldıkları, nüfuzlarını kullanarak mal mülk sahibi oldukları söylentileri almış yürümüştü.
Milletleri masa başında ani alınmış kararlar değil, tarih ve çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel etkenler yaratmakta ve yaşatmaktadır. Milli Türk devleti ve Cumhuriyet, ancak onu meydana getirmiş olan tarihi güçlere sadık kaldığı sürece benliğini koruyarak kuvvetlenebilir ve ileriye doğru hamleler yapabilirdi.
Padişahlar devletin mutlak sahibi ve hükümdarı bulundukları sürece mutlakiyetçiliği hükümdarların kötü niyetlerine vermek ve bütün kabahati onlara yüklemek kolaydı. Ne var ki Sultan Abdülaziz ve bilhassa II. Abdülhamid, istibdat idaresine yol açmakla devletin idari yapısı içindeki mutlakiyetçi temayülleri daha da kuvvetlendirmişlerse de, bu durum 1908'den itibaren köklü bir değişikliğe uğramıştır. Hürriyet adına yetkileri kısıtlanan padişah ve Osmanlı tahtı ikinci plana itilirken, mutlakiyetçiliğin ve istibdatın gerçek kaynağının bizzat modernleşme, yeni devlet anlayışı ve onun vasıtası olan bürokrasi olduğu açıkça ortaya çıkmış bulunuyordu.
Eski düzeni değiştirmeye yönelmiş her hareketi "iyi" ve "ilerici", ona karşı gelenleri "tutucu" ve "gerici" olarak tayin ve tarif edenlerin görüşleri şüphesiz çok dardır.
Nice İslam hakikatleri vardır ki, müslümanların savunma sadedinde yaptıkları münakaşalarla o hakikatlere verdikleri zararlar, İslam düşmanlarının verdiklerinden daha çoktur.
Bir müslümanın, Resulullah'ı büyük bir komutan ve tecrübeli bir dahi olarak tanıması doğru değildir. Böyle bir yaklaşım, olsa olsa Resulullah'ın hayatındaki yüce hakikatleri alay konusu yapmak ve inkar etmek olabilir. Evet, Resulullah bütün yüce sıfatlara ve ahlaki, akli ve kişisel kemalata sahipti. Fakat bütün bu özellikler tek bir hakikatten kaynaklanıyordu. O da, Hz. Muhammed'in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğu hakikatiydi.
Evinden apartmanına, dükkanından arabasına, insanından hayvanına bir oturmamışlığın, bir tedirginliğin, bir gözleri dört açılmışlığın, bir kıpır-kıpırlığın kol gezdiği bu büyük şehrin kenar semtinde, bir hafta tatili nasıl geçer?
Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı artık. O betondur, senin yeni vatanın. Asfalttır, parkedir, halıflextir.
Koşuyorsun ciğerlerinde egzoz gümbürtüleri. Ayaklarında lastik. Üç öğün naylon yemektesin. Ara toprağı. Toprak bizim canımız, petrol olsun kanımız.