“Ben bir insandım.” dedi ölmeden hemen önce.
Bizde öyleydik, bizde insandık.. Geçmiş zaman kipi kullanabiliriz elbette. Şimdi hâlâ insan mıyız peki? Kim bu insan? Türk mü, Kürt mü, Arap mı? Müslüman mı, Hristiyan mı, Ezidi mi? Müslüman olduğu için öldürülen adam mı, Müslüman olduğu için(!) öldüren adam mı insan? Ezidi olduğu için tecavüze uğrayan kadın mı, Ezidi bir kadını şeytan varsayıp evinden bebeğiyle kovan mı insan? Hangisi, bilen varsa söylesin!
“Huzursuzluk” ne peki? Huzursuzluk, Meleknaz’ı, Zilan’ı, Nergis’i tanımak bana göre. İçimi kaplayan boğucu his. Gözlerime dolan yaşlar. Sıktığım yumruk, çattığım kaş. Huzursuzluk bulaşıcı olan bir hastalık aslında. Bazen tenimize değen hafif bir rüzgar, bazen ortasında kaldığımız sert bir kasırga. İnsanları tedirgin eden korkutucu bir duygudur.
Bu hikaye Meleknaz’ın ve Hüseyin’in hikayesi. İstanbuldan Mardin’e, Amerika’ya uzanan; Müslümanlardan Ezidilere varan bir hikaye. Livaneli’nin sorunlara ve olaylara Gazeteci İbrahim’in objektifinden yansıttığı bu roman bizi bazen güldürürken, bazen ağlatırken düşündürüyor. Zulmün, acının, çaresizliğin kargaşası içinde olan Meleknaz’ı tanıyan ve sonunda aradığını bulan, kendi benliğiyle yüzleşen İbrahim’in bize anlattığı bir roman.
İnsan en büyük düşmanı işte; doğanın, hayvanların ve yine insanların..