Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.
İnsan güneşi, ayı, yıldızları unutur, yalnızca saatlerde yaşardı. İş saati, okul saati, randevu saati, yemek saati, dışarı çıkma saati. Sonunda uyku saati geldiğinde, dünyayı düşünecek dermanı ve isteği kalmazdı. Kendini karanlığa bırakırdı.
Kusurlarınızı kabul ettiğiniz görülmemiştir, özür dilemeyi bilmezsiniz. Kendi yakınlarınıza tecavüz eder, sonra namus için adam öldürürsünüz. Tanrının adı daima dilinizdedir. Çok iyi ağlarsınız. Ağıt dinleyip eski günleri hayal edersiniz. Dünya yansa umurunuzda değil, yeter ki evinizin duvarından bir taş eksilmesin. Kötülüğün dışarıdan geldiğine inanırsınız. Kötülüğün kaynağı ya komşunuz ya da köye gelen yabancılardır. Kendi kalbinizde bir yılan taşıdığınızı görmezsiniz.
Bize umut telkin ederler. Umut sayesinde kötülüğe katlanırız. Ama bugün bizim değilse, yarının garantisi ne? Umut vaizlerin, politikacıların, zenginlerin yalanıdır. Bizi sözcüklerle kandırır, gerçeğin üzerini örterler.
Belki de mesele yolla ilgili değil, nasıl yürüdüğümüzle ilgili. Bu katılıklar gezegeninde ender zamanlarda duyuyoruz uçucu olmanın başkalığını; içtiğimizde, seviştiğimizde, aşık olduğumuzda. Anılar biriktirmek de mümkün değil, biriken anıları saklayacak bir torbamız, kutumuz yok, kuytumuz yok; bellek sadece izini tutuyor anıların.
İnsan kendine acımayagörsün, dünyanın merkezinde olduğunu sanmaya başlıyor. Dünya girdaplardan oluşmuş oysa; herkes kendi girdabında, hortumunda, kuyusunda, bataklığında, balçığında.