"Öylesine beklentiliyiz ki hayattan; sıradanlığın, sadeliğin, basitliğin güzelliği pürüzsüz tenimizdeki istenmeyen siyah nokta gibi görünüyor gözümüze."
Bir gazete, bütün ünlü yazarlarla nerede ve ne zaman tatil yaptıkları hakkında kısa röportajlar yapmıştı bir zamanlar. Çetin Altan'a da sormuşlardı aynı soruları fakat aldıkları cevap diğer bütün yazarlardan farklı, şaşırtıcı ve dikkat çekiciydi. Şöyle diyordu:
"Benim tatil yerim daktilomun başı ve tatil zamanım işimi yaptığım her gün. Ben işimi seviyorum, o yüzden çalıştığım sürece her gün tatil yapıyorum."
Çetin Altan'ın bu sözlerini okuduğumda, aklıma
Konfüçyüs'ün şu sözleri geldi:
"Sevdiğiniz işi yapın, çalışmazsınız."
Gabriel Garcia Marquez, meşhur Yüzyıllık Yalnızlık isimli romanında bir köyden bahseder: Macondo köyünden. Bu köyde yaşayanlar uykusuzluk hastalığına yakalanırlar. Köyde kimse ne gece ne gündüz uyuyabiliyordur. İlk başlarda durumdan keyif alırlar çünkü uyumadıkları için daha çok çalışabiliyor, daha çok konuşabiliyor, daha çok eğlenebiliyorlardır. Ancak fark ederler ki uykusuzluk unutkanlık yapmaya başlamıştır. Herkes gün be gün bir şeyleri unutuyordur. Her şeyi unutmaya doğru giden bir sürecin başında olduklarını anladıklarında önlem almaya karar verirler. Her nesnenin üzerine bir kağıt yapıştırıp nesnenin ismini ve ne işe yaradığını yazarlar. Halen hatırlıyorken yazarlar ki unuttuklarında bu kağıtlar sayesinde hatırlasınlar. İneğin boynuna astıkları kağıtta mesela şunlar yazıyordur: "Buna inek derler. Süt versin diye her sabah sağılması gerekir, sütün de sütlü kahve yapmak üzere kahveyle karıştırılabilmesi için kaynatılması şarttır."
Bütün bunların yanında köyün meydanına da bir levha dikerler. Tek, sadece bir tane levha. Eşyaların ve hayvanların üzerindeki yazdıkları
uzun yazılardan farklı olarak levhada sadece şu yazıyordur:
"Tanrı Vardır."
Bütün bu. bilgilerden bağımsız olarak akıllarında tutmak zorunda oldukları tek ve yegane hakikat olarak bu bilgiyi görürler. Her şeyi unutsalar da bunu unutmamaları gerektiğine inanırlar. Belki de her şeyi unutsalar da bunu unutmasalar yeter diye düşünürler.
Hep kırıklarımız var içimizde, kalbimizde. O kırıklar bizi sevmeye daha teşne yapıyor hele de sevilmeye. Sevildiğimizi düşündüğümüz an, bütün perdeleri açıyor, kalbimizi gösteriyoruz. Belki teslim ediyoruz, bizi sevdiğini düşündüğümüz kişiye. Kıymet bilmez bir insansa da oynayıp kırık belki bozup geri vermek istiyor.
Bilelim ki kırık bir kalp varsa; kalbi kıran da kırdıran da sorumludur.
Yani sadece kıran değil kalbine sahip çıkmayıp kırdıran kalbin sahibi de sorumludur.
İnsanlar garip bir körebe oyunu oynuyor gibi. Normalin aksine bu oyunda herkes ebe, herkesin gözleri kapalı ama kimse kimseyi aramıyor. Hatta herkes birbirinden kaçıyor. Gözlerini açıp başkasını, başkasının dertlerini, sıkıntısını gören oyunu kaybediyor.
Kimse bana oyunu kaybediyorsun demesin, ben zaten oynamıyorum.
Gidilir gelinir.
Belki sağ salim dönülür,
hepsi o kadar.
Günler geceler çabuk geçer.
Çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü
Vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer.
Ayrılık da özlem de her şey...
Her şey çabuk geçer
"Bir insanı ondan sadır olacak her şeyle kabul ve sevmek o kadar zor ki. Bildiğiniz ermişlik makamı. İlk olumsuzlukta kanaat ve intiba duvarlarımız yıkılıyor ve zihnimizdeki mertebeden hoop aşağıda bi yerlere uğurluyoruz.
'O’nu her şeyiyle sevmek', sadece edebi bir cümledir artık."
"şimdi sen ferah bir akşamüstü
balkonda oturup
bütün hırslarından ve pişmanlıklarından arınmış
ve insanlardan uzak
sessiz sakin bir hayatın övgüsünü
insanlara anlatmanın hayallerini kuruyorsun
"
İnsanlarda ölü'ye övgü vardır. Çünkü onunla artık ego savaşı bitmiştir. Sosyal hayatta her daim canlı olanla ego savaşı vardır.
Halbuki ölü biriyle yatıştıracak, kıyaslayacak bir şeyiniz yoktur artık. O yüzden tüm ölüler iyidir.
UYAN*
Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin
Hadi uyan