‘Odamda gazeteleri okumaya başladım ve her zamanki gibi ölüm ilanlarını açtım, daha dün yaşayan, mücadele eden, umutlar besleyen erkeklerle kadınların fotoğraflarına baktım. "Ne korkunç bir dünya!" diye mırıldandım kendi kendime. "Bütün bunları yaratan Tanrı ne kadar umursamazmış. Bir çare de yok." Ben bu gazeteyi okurken binlerce insanın hastanelerde ve hapishanelerde eza çektiklerinin farkındaydım. Mezbahalarda hayvanların kafaları kesiliyor, derileri yüzülüyor, karınları deşiliyordu. Bilim adına sayısız masum yaratık zalim deneylere tabi tutuluyor, feci hastalıklara maruz bırakılıyordu.
Tanrım, daha ne kadar bu cehenneme seyirci kalıp hiç sesini çıkarmayacaksın? Kokusu bütün kâinatina yayılan bu kan ve et okyanusuna ne ihtiyacın var? Yoksa kâinat gübre yığınlarından mı ibaret? Başka gezegenlerde de trilyonlarca, katrilyonlarca yaratığa işkence mi ediliyor? Bu sonsuz mezbahayı sadece bize gücünü ve bilgeliğini göstermek için mi yarattın? Seni kalplerimizle, ruhlarımızla sevmemizi bunun için mi emrettin?
Her gece içimdeki öfke yeniden kabarıyordu. İsyanımın verdiği acıyı hafifletmenin bir yolunu bulmalıydım. Alkol ya da uyuşturucuyla kendilerini uyutan müptelaları ne kadar iyi anlıyordum! Neyse ki mizacım böyle kaçış vasıtalarına başvurmaya müsait değildi.’