Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

GüLSüM

GüLSüM
@glsmbcc
“قل رب زدنى علما اَللّٰهُمَّ يَا مُفَتِّحَ الْاَبْوابِ اِفْتَحْ لَنَا خَيْرَ الْبَابِ
Lisans
Giresun
Giresun
67 okur puanı
Mart 2018 tarihinde katıldı
Zarar ve eziyete sebep olan eylemlerin, insanlar arası ilişkilerin karşılıklı sevgi-saygı ve güven esasına dayalı olarak kardeşlik anlayışı çerçevesinde seyretmesi amacıyla bağdaşmayacağı açıktır. Hz. Peygamber (sav), komşusu, kendisinden her bakımdan güven içerisinde olmayan kişinin gerçek imana eremeyeceğini Allah adına üç defa yemin ederek ifade etmiştir (el- Buhârî, Edeb 29; Muslim, İman 73). Öte yandan "Başkasına zarar vereni Allah da zarara sokar, başkalarına zorluk çıkarana Allah da işlerinde zorluk çıkarır" (Ebû Dâvûd, Akdiye 31; İbn Mâce, Ahkâm 17) buyuran Allah Rasûlü, müslümana zarar verme ya da onu aldatmanın lâneti gerektiren davranışlardan olduğunu belirtmiştir: “Müslümana zarar veren veya onu aldatan mel'ûndur" (et-Tirmizî, Birr 27).
Sayfa 416
Reklam
İbn Arabi felsefeye karşı duyduğu ilgiyi ve sevgiyi açıklamaktan geri durmaz. Futûhat'ın 226. bölümünde şöyle der: "Felsefe sırf felsefe olduğu için kötülenemez. İlahiyatla ilgili konularda hata ettikleri için yerilmişlerdir. Filozof muhibb-i hikmet, yani hikmeti seven mânasına gelir. Şüphe yok ki, aklı başında olan herkes hikmeti sever. Ancak ister Mutezile olsun, ister filozof olsun isterse nazar ehli olan diğer sınıflardan birine mensub bulunsun, fikir ehli olan herkesin ilahiyat bahsinde hatası doğrusundan fazladır".
Sayfa 143
"İstediğiniz kadar çok ilim öğreniniz, amelsiz ilmin hiçbir değeri yoktur. Sefihlerin işi rivayet, hakikî âlimlerin hali riâyettir.” Hasan Basrî
Sayfa 133

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Buhari ve Ebû Davud, Abdullah İbn Mes'ud'dan (r.a.) (Ö. 32/562) rivayet ediyor: "Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da. Cennet'e çeker, götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa verip, o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu araştırır. Böylece o insan, Allah katında "sıddîk" olarak yazılır. Yalandan sakınınız. Yalan insanı fücura, bataklığa, o da Cehennem'e ulaştırır. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı, daima yalan söyler, neticede Allah katında "yalancı" olarak yazılır..." İşte kanaatimizce, münafık, söz, fiil ve itikat sahalarında sürekli içinde bulunduğu yalanla o kadar bütünleşmiş, o kadar özdeşleşmiştir ki artık o ikinci bir fıtrat kazanmış ve âdeta mücessem bir yalan kesilmiş gibidir. Allâme Hamdi Yazır, Bakara sûresi 10. âyetinin tefsirinde bu duruma şöyle işarette bulunmaktadır: "Münafıklar devamlı yalan söylerler, eğriyi doğru, doğruyu eğri gösterirler. Yalan söyleye söyleye kalp devamlı yalancı intibalarla kaplanır. Ruhî hayat bir evham âlemi, bir bâtıllık sahası olur kalır. Hak nuru oraya, ara-sıra yanar-döner bir yıldız böceği hâlinde görünen bir fener gibi gelir. Artık o kalp ve onun gözleri, kulakları fayda ve zararı, hayır ve şerri seçemez olur. Kâr der, zarara koşar, iyilik der, şerre koşar, bahçeyi ateş görür kaçar, ateşi Cennet sanır atılır. "
Sayfa 114Kitabı okudu
"Onlar: "Resûlüllah'ın etrafındaki fakirlere infak etmeyin, destek olmayın ki dağılsınlar." diyen bedbahtlardır. Halbuki göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah'ındır, lakin münafıklar bunu bilmezler, anlamazlar. " Ekonomik gücü kullanarak insanların inanç ve düşüncelerini değiştirmeye zorlamak sadist bir ruh hâlinin dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. Merhum Seyyid Kutub, geçmişten bugüne münafıkların bu gayr-î insanî tutumu bir politika olarak benimsediği kanaatindedir. Ona göre bu yöntem "İslâm memleketlerinde Allah'ın davetine ve İslâmî diriliş hareketine karşı savaş açanların da başvurduğu bir yöntemdir. Ablukaya almak, aç bırakmak, iş ve geçimini sağlama yollarını tıkamaya çalışmak gibi yöntemlerle dava adamlarını sindirmeye çalışırlar. "
Sayfa 106Kitabı okudu
Reklam
Sadist Eğilimler Açıdından Münafıklık
Adler'in karşılaştığı bir vakayı zikretmek yerinde olacaktır: "Bazen bir insanın ne derece kin duyabileceği tıpkı bir şimşek gibi birdenbire açığa çıkabilir. Savaş hizmetinden muaf tutulan ve tüyler ürpertici katliamlara ve başkalarının nasıl yok olup gittiklerine dair yazıları okumaktan ne kadar zevk duyduğunu açığa vuran bir hastamızın durumu böyle olmuştur." Münafığın, insanlarla sürekli alay ederek onları rencide etmesi, yalan ve iftiralarla inanan insanları zor durumda bırakması da onun sadistçe arzularının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Sayfa 105Kitabı okudu
Onlar sizinle buluştukları zaman 'inandık' derler, aralarında baş başa kaldıkları vakit de (size karşı olan) kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: 'Kininizle geberin!' Şüphesiz ki Allah onların sinelerindeki özü hakkıyla bilicidir. " (Âl-i İmran, 3/119)
Münafıklar "yerinde takıyye ve iğfal mülâhazasıyla Allah, din ve diyanet derler, çok defa suret-i haktan görünürler ama her zaman mü'minlere karşı kin ve nefretle oturur-kalkarlar, her zaman gayzlarını icra yolunun araştırırlar. Düşmanlıklarını tenfize güçleri yetmediği dönemlerde kinlerini ve nefretlerini tebessüm ve yumuşak beyanlarla örtmeye çalışır ve demokrat davranırlar. İstedikleri her şeyi yapabilecek güce ulaştıklarına inanınca da, "Hak kuvvettedir.", demokrasi de bir fantazidir der ve küfür yobazlığı adına akla-hayale gelmedik kötülükleri irtikâp ederler."
Münafık ve Kin Duygusu
Münafığın nevrotik dengesizliklerinden birisi de inanan gönüllere karşı gösterdiği haset, kin, nefret duygularında kendini göstermektedir. Kur'ân-ı Kerim'de bu durum, münafığın şeytana benzetilmesi temsiliyle anlatılır: "Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana inkâr et der. İnsan da inkâr edince: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.”(Haşir, 59/16)
Münafık sürekli bir korku psikozu içindedir. Çünkü o, "kalbinin derinliklerinde sakladığı kâfirliği açığa vuracak bir sûrenin inmesinden " sürekli endişe duymaktadır. Bu sebeple "Onun hâli, koyu bulutlu, şimşekli ve gürültülü bir gökyüzünün yağmura tutulmuş, ölüm korkusu içinde yıldırımlara karşı parmakları ile kulaklarını tıkayan kimsenin hâline benzemektedir.”(Bakara 2/19)
Reklam
Bediüzzaman Said Nursi (Ö. 1960 M.) bakara süresindeki âyet-i kerimenin tefsirini yaparken münafıkların şu ifadelerle kendilerini "seçkin/elit bir tabaka" olarak takdim etmeyi arzuladıklarını vurgular ve onların gizlemeye çalıştıkları düşüncelerini şöyle deşifre eder: “Bizlerle sokaktaki insan arasında çok fark var. Biz onlara kıyas edilemeyiz. Çünkü biz zenginiz, onlar fakir. Biz aydınız, onlar cahil. Onlar mecburiyetten dolayı imana gelmişlerdir. Onların dindarlığı şartların zorlamasıyladır. Biz ise izzet ve servet sahibi kimseleriz.” İşte bu şekilde münafıklar kendilerini toplumun seçkin tabakası, elit takımı, aydın kesimi gördüklerinden imanları, din anlayışları, İslâmî düşüncelerinin de farklı olması gibi bir saplantı içinde oldukları görülmektedir. Bir taraftan dini en iyi ve en mükemmel şekilde kendilerinin anladığı iddiasında bulunurken, diğer taraftan da Müslüman halkı oluşturan büyük çoğunluğu idrak yoksunu, dinin özünü anlamaktan uzak geri kafalı beyinsizler olarak nitelemektedirler. Evet denilebilir ki, ancak narsis bir ruh hâlinde görülebilecek bakış açısıyla kendi düşünce, kendi zekâ, kendi anlayışına âşık bir sarhoşluk içinde, sosyal konumlarını da ölçü kabul ederek dinde de ayrıcalıklı bir yer istemektedirler.
Münafıkların benlik ve gurur göstermekle birlikte kendilerinden başka bütün insanları küçük gören hållerini daha net bir şekilde kendi ağızlarından dökülen şu ifadeler ortaya koymaktadır. "Ne zaman onlara: 'Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin.' denilse 'Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?' derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller.
Hucurat sûresinde gerçek mü'minler tarif edilirken şöyle buyruluyor: "Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah'ı ve Resûlünü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler. " Yani onlar Allah ve Resûlüne iman etmişler, dilleriyle ikrar verdikleri gibi kalpleriyle de sağlam inanmışlardır. Sonra da işkillenmemiş, şüpheye düşmemişlerdir. Demek ki iman etmek için önce kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi ileride devamı için şüpheden uzak olmak da şarttır.
Münafıkların derunundaki şüphe o kadar derin, o kadar köklüdür ki "kalpleri parçalanmadıkça” o şüpheden kurtulmaları mümkün değildir
Kimseye eşk rûh-ı zerdüni izhar etme Sîm meknûz gerek iki gözüm zer mahfûz Sâbit [Kimseye gözyaşını ve sararmış yüzünü belli etme. İki gözüm [bilmelisin ki] gümüşü ve altını hazinede saklayıp korumak gerek.]
Sayfa 134Kitabı okudu
142 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.