Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gün Batarken

Gün Batarken
@GnBtrkn
Osmanlıca metinler itina ile ve makul bir ücret mukabilinde latinize edilir...
Dış düşmanların, içeride mihraklar ve taraftarlar kazanmış olmalarında ise, yarım asırdır Türk maârifinin, Türk evladını, millî ve manevî bir eğitimle sağlama almamış olması, belki tek sebeptir. Tarihi, dili, dini sulandırılmış nesillerin düşman oyununa gelmelerinden daha tabii ne olabilir.
Sayfa 102Kitabı okudu
Reklam
Hey gidi koca Merzifonlu… Viyana surları önünde, o kadar oyalanıp içeri yürümeyecek ne vardı? Amma ilâhî takdîr böyleymiş, ne denir?
Sayfa 101Kitabı okudu
Başımız içerde, ayağımız dışarda denecek kadar küçülmüş bugünün Türkiye’sini bile, yabancı menfaatlerin hududları içine sokmak gayretinde olan zavallı nesillerin elinde bulunuyoruz. Allah memleketin muîni olsun.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Türk, her gittiği yere bir medeniyet, bir dünya görüşü, bir içtimaî nizam götüren yapıcı, teşkîlâtçı ve efendi millet… Ama ne çâre ki bugün, değil başkalarını çekip çevirmek, kendi başına dahi medârı yok.
Bir zaman Osmanlı sadrâzamlarının Avrupa krallarına “Birâderim” diye hitap ettiği devirler geri gelebilse, kendini madde çarkına kaptıran dünya, beşerî olduğu kadar ilahî de olan bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi ile, geniş bir nefes almış olurdu.
Reklam
San'atını, hünerini, bilgisini, kahramanlıklarını anlatmayı bilmeyen ve sevmeyen Türk, kendinden söz etmekten her zaman çekinmiş, âdetâ utanmış ve övünmemiştir. Onun için de, yapıcı kalmış, kitâbî ve yazıcı olmamıştır. Fakat, memleketine misâfir olarak, seyyah olarak, memur olarak gelmiş yabancılar, onun yapmadığını yapmış ve böylece de Türk seciye, ahlâk ve medeniyeti, çok az da olsa, yazılıp çizilmiştir.
Bir zamanlar Türkler'in temizliğı, muâşeret terbiyesi, teşkîlâtçılığı dillere destan iken, şimdi şu imrendiğimiz İsviçre'de, derebeyleri biribirlerini yemeğe dâvet ederlerken:"Kemikleri yalayıp arkaya fırlatmak yok. Tabağı kaldırıp altına tükürmek yok. Ağzını yenine silmek yok." diyecek kadar misâfirlerine bile iptidâî ihtarlarda bulunmak zorunda kalıyorlardı. Meselâ, Brandebourg Prensi'nin 1624 senesinde dâvetlilerine çıkardığı buyrultu, bütün bu riâyet edilmesi gereken hususları hâvî bulunuyordu.
Sevgi ve îmandan gayrı hiç bir kuvvetin söndüremediği insan kîni, dünya dünya olalı beri türlü şekil ve sûretlerde zulüm ve vahşeti kendine zevk eylemiş.
İnsanın karakter ve vatan sevgisi duygularını inkişaf ettirmekte, ataları tarafından yapılmış kahramanca işlerin ilhamkâr anlatılışından daha kuvvetli bir şey olamaz." demiştir.
Bütün inkılâplar gibi, Tanzîmat da kâğıt üstünde kalamazdı. Kalmadı da. Memleket fikriyat ve hayâtına şâmil tesîrleri, başlangıçta pek hissedilemedi ise de. bu, yabancı köklerden meydana getirilmiş ilâcın üstündeki şeker tabakası sıyrıldıktan sonra, şifâ vâdeden adına benzemeyen bir uyuşturucu ve sömürücü tadı olduğu meydana çıktı. Ama olan olmuş ve o tehlikeli mâcun, tesîrini göstermişti. Artık Türk, bu bulanık kafa ile hangi istikāmete, nereye gidebilirdi? Hani, gitmek istese de, kudret ve kuvvetini tüketmiş, eli ayağı bağlı mâzîye mi yönelebilirdi? Ne çâre ki şimdi, karşısında tek açık olan yol, bin yıllık geçmişini tuz-buz eden inkılâpçıların işâret ettiği Batı istikāmeti idi. İşte, Türk evlâdı, o gün bu gün, geçmişle gelecek arasına gerilmiş uçurumun kenarında, uyuşuk şahsiyeti ile, âdetâ afyonludur. Kurtuluş çâresini de, evvelâ kendinden kaçmakta, sonra da vatanını terkedip, yâd illerde selâmet ve saâdet aramakta buluyor.
Reklam
Bir zamanlar, bu çatıların altına nice merâsim, nice teşrîfat ve müsâadelerle girilip, taçların, tahtların karşısında el bağlanıp saçak öpülürken, şimdi, beş on kuruş karşılığı, kapıda kesilen bir biletle, el kol sallayıp, gülüşe itişe dolaşmak, hangi devletin târihi, hangi devletin mâzîsi olursa olsun, içimi ezer ve bir çeşit üzüntü verir.
İktisâdî ve içtimâî zorlamaların, yerden göğe fırlattığı bu dik ve sert binâlar, yalnız maddî şartların değil, belki daha çok, mânevî tazyîkin eserleri. Fransa'da, bütün Batı âleminde olduğu gibi, gerçek kriz maddî değil, mânevî idi. İnancını kaybeden kütleler, asıl kaybettikleri kendileri olduğunu bilmeden, hep yalpalayarak hep çırpınarak ve hep tahrip edici insiyaklarının zebûnu olarak yaşıyorlar.
İş, her şeyi hak görüp, lâ ilahe illallahı hal ederek, bu itibari sınırları ortadan kaldırmakta. Kesret aleminin çokluğu, bizi şaşırtmasın. Çeşit çeşit görünüşlerin ve türlü türlü zıtların, hep vahdet noktasının tafsilatı olduğunu bilerek, alış verişimizi, o tek olanla yaptığımızı bir bilebilsek, dâvâsız, nizâsız bir dünyanın bahtiyarlarından oluruz. İşin edebiyatına ne bakarsın? Kestirmeden git vesselam…
Hey gidi Akdeniz… Türk’ün avucu içi gibi pençesinde tuttuğu, bir zamanların kahramanlar yatağı bahr-i sefîd… Şimdi aynı sular, doğu-batı rekabetinin bir siyasi güreş meydanı.
Geleceğini kurarken, geçmişin malzemesinden faydalanmayan milletler için, devam ve bekâ diye bir şey düşünülemeyeceğini, hiç değilse, bundan sonra öğrensek.
367 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.