Orada geleceğin hiçbir önemi yoktu. Geçmişse yalnızca tek bir dersi içeriyordu: Sevgi, insana zarar veren bir hatadır; işbirlikçisi, yani umutsa tehlikeli bir yanılsama.
O zaman kaybolduğu, amaçsızca, başıboş sürüklendiği duygusuna kapılıyordu; batan bir gemiden kurtulmuş, en küçük bir kara parçası göremeyen, dört yanı suyla, uçsuz bucaksız denizle çevrili bir kazazede gibi.
Leyla annesinin o gün kahroluşunu izlemiş korkmuştu, fakat gerçek bir ızdırap hissetmemişti. Annesinin kaybının korkunçluğunu algılayamamıştı. Şimdiyse bir başka yabancı bir başka ölüm haberi getirmişti. Şimdi kanepede oturan, kendisiydi. Ona kesilen ceza bu muydu yoksa; öz annesinin çektiği acıya uzak kalmasının bedeli?