Hayat çoğu zaman kostümlerimizi giyip kuklalaştığımız bir tiyatro. Kuklayız çünkü her saatimizi toplumsal güdünün istediklerine göre planlıyoruz. Farklı şeyler üzerine düşünmek şöyle dursun yaptığımız şey üzerine bile neden diye düşünemiyoruz. Güdülenmenin getirdiği düşünememe kolaylığının hazzı hapsediyor bizleri. Tiyatrodayız çünkü kendimizi tanımadan, olmak istediğimiz bir tasavvurun içinde yaşamak istiyoruz. Herkesin belirli sıfatları kostümleştirtiği bu tiyatronun kıyafetleri yırtık ve pırtık oysa; güçlü görünmek, güzel görünmek, karizma görünmek, biliyor görünmek. Hep görünmenin telaşesi, hiçbir zaman olmanın gayreti yok.
Eğer “Farzdan önceki farz nedir?” diye sorulursa şöyle cevapla: Amel etmeden önce ilim.
Eğer “Farzın içindeki farz nedir?” diye sorulursa şöyle cevapla: İlim ve amelde ihlas.
Eğer “Amelden sonraki farz nedir?” diye sorulursa şöyle cevapla: Havf (korku) ve recâ (ümit).
(Molla Alî)
Dünya’da kötülük var o zaman Yaratıcı yoktur.
Dünya’da iyilik var o zaman Yaratıcı vardır.
Dünyadaki iyilik ve kötülük Yaratıcı hakkında bilgi verir mi?
Verirse kötülüğün olmadığını ispatlamamız lazım.
Yine verirse iyiliğin olmadığını ispatlamamız lazım.
O zaman ya kötülük hiç yoktur yada tamamiyle vardır; aynı şekilde iyilik de sadece varolandır.
Buradan çıkış formülü; kötülük=iyiliğin azlığıdır.
Her gün "mükemmel bir gün"dür aslında. Her gün bir şekilde bitiyor ve hiçbir şey sizi endişelendirmesin çünkü yarın başka yeni bir gün. Dün olan gün geride kaldı ve bir daha asla yaşanmayacak.
-Alıntı
Bana göre tüm ilişkilerde insanlar, aynı şeyleri konuştuğunu sanarken bambaşka şeyler söylüyor. Aslında, tercüme edilmeyen fikirlerimiz ve duygularımızla hepimiz yapayalnızız.
Wittgenstein, Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede yazdığı ve 1921'de yayınladığı Tractatus Logico-Philosophicus eserinde felsefenin öncelikli olarak dilin yapısını anlama ve açıklama faaliyeti olduğunu savundu.