Bir gün Akhilleus bana her zamankinden daha yakın bir yere oturdu. Aramızda yalnızca bir masa vardı. Yemek yerken, tozlu ayaklarını döşeme taşlarına sürtüyordu. Ayakları benimkiler gibi çatlak ve nasırlarla dolu değil, kirin pasın altında dahi tatlı bir pembe ve kahverengiydi. Prens, dedim kafamın içinde, büyük bir horgörüyle.