Çünkü bir insan kendini bütün isteklerin ötesine yerleştirebildiyse onda ne eksik olabilir? Bütün sahip olduklarını kendisinde yoğunlaştırmışsa, dışarıda bir şeye gerek duyar mı hiç?
Evrenin oluşma biçiminin sonucu olarak çektiğimiz her ne olursa olsun, ona var gücümüzle dayanalım. .................... kaçınılması bize bağlı olmayan şeyler yüzünden kafa karışıklığı yaşamayacağız.
Amerikan halkı, on oy verecek kadar yanılsamaya kapılmış olabilir, ama özgürlüklerini Başkanın ayaklarının dibine fırlatıp atmaya isteksiz oldukları da açıktır. Hukuk süreçlerine (suça karşı savaş adına bile olsa), ya da yurttaş haklarına (siyahlardan korkuyor ve onlara güvenmiyor bile olsalar), ya da ifade özgürlüğüne (pornografiden hoşlanmasalar da), ya da mahremiyet hakkına ve cinsel seçimler yapma özgürlüğüne (kürtajı onaylamasalar ve eşcinselleri hor görseler de) veda etmeyecekleri açıkça görünüyor.
Bu direniş, sıradan insanların modernliğe ve onun en derindeki değerlerine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor.
Post-modernistler ise, modernitenin ufkunun kapandığını, enerjisinin tükendiğini söylüyorlar. Post-modernist toplum düşüncesi, moral ve toplumsal ilerleme, kişisel özgürlük ve kamu mutluluğu gibi bize 18. Yüzyıl aydınlanmasının mirası olan bütün kolektif umutlarla alay eder. Post-modernistler, bu umutların iflas ettiğinin, en iyisinden boş fantezilerden ibaret olduklarının, ama daha kötüsü, tahakküm ve canavarca köleleştirmenin araçları olduklarının ortaya çıktığını söylüyorlar. Post-modernistler, modern kültürün "büyük anlatılarının" özellikle de "özgürlük kahramanı olarak insanlık anlatısının" defterini dürdüklerini iddia ediyorlar. "Kaybedilen anlatıya duyulan nostaljiyi bile yitirmiş olma" post-modern sofistikasyonun damgasıdır.