NİSAN'A KAÇ VAR?
Yazmadım seni daha,
Sevmeye ayırdım tüm zamanları,
Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
Ben düşünmeye başlayınca seni
-Ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir
İnan ki dağlar, taşlar, inan ki bulutlar, yağmur ve kar
Toprakla su ve gökyüzü, güneş ay ve yıldızlar
Onlar da benimle birlikte
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler...
Benim kadar diyemem ama
Yemin ederim onlar da seni özler.
Hep dalgınım bu günlerde
Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
Bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
Aklım başıma gelmiyor, başıma çarpmadan dallar
Yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
Nisan'a kaç var diyorum saati sorarken.
Hiç böyle olmamıştım.
Bilenlere sordum; 'aşk bu' dediler!
soğuk bir intihar
yıldızlar damlıyordu parmak uçlarından
kısa kirpiklerine ne kızlar asılı
elektrik çıtırtısı yok gibi saçlarından
yüzünde görünmez bir şiir yazılı
bir türlü anlaşılamadı nedeni nasılı
belki bir çağrışım işlenmemiş suçlarından
gülümsemesi bile ne kadar acılı
sanki gözyaşları dudaklarından
bu dünyaya ait her yanlışa meraklı
yanılgılar üretiyor uzlaşmazlığından
kendini çok dağıtmış herkesten alacaklı
uykuları kilitli koyu baş ağrısından
yalnızlığa saklanması kaçıp dünyalılardan
çünkü duygusallğı onlardan farklı
soluğu tıkanıyor ve lazer tabancasından
soğuk bir intihar ki hani içinde saklı
"taharri"
içimdeki soğuğu dişlerim tutamıyor
gözlüklerim duman bıyıklarım kırağı
yalın bir kötümserlik arıyorum
buluşma sıfır on beş / kod ismi cemal
saat başı yalnızlıklar üretirmiş
uzak yakın kimsenin anlayamadığı
ağzındaki zehiri bir türlü atamıyor
saat sıfır on bir / kod ismi cemal
yüzünü görmedim resimlerinden tanıyorum
gözlerinden belli bir çığlığı sakladığı
beyazı fazla kuru yeşilleri erimiş
saat sıfır on üç / kod ismi cemal
adım yusuf kısm-ı siyasi'de taharri
böylelerini az mı yakaladım
anladığım başıboş evsiz barksızın biri
saat sıfır on dört / kod ismi cemal
tuhaf șey ellerim ne fena terlemiş
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızhğa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateșten bir tebessüm-
zehir zemberek
aşkımız
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dâhil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her ân ötekisiyle birlikte
her şey onunla ilgili
telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dâhil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
soğuk kadınlar balladı
soğuk kadınlardı usulca geçtiler
koyu bir yalnızlığın kenarından
adımları ürkekti değişiktiler
kan mi sızıyordu dudaklarından
başka bir yalnızlığa gittiler
yosun yeşili aynalarda biriktiler
kıpkızıl buğusu karanlığa dağılan
tenha gözleri birer kilittiler
uyanmışlardı vampir uykularından
nasıl da ulaşılmaz fakat gündeliktiler
kimbilir kaç yalnızlik eskittiler
yoksa bir büyü mü baktığın zaman
hem bir çoktular hem bir tektiler
yorulmuş bir yanlışı yaşamaktan
epeyce kadın gizlice erkektiler