İlk Haziranda elime aldığım bu kitabı, yazarın tavsiyesiyle ağır ağır okumaya başladım. Dikkatimin en yüksek olduğu zamanlarda onar, yirmişer sayfa okudum. Yazın uzun bir zaman okuyamadım. Ama Ekim ayında artık normal rutinime girince rahatça okuyabildim.
Birçoğu tefsir derslerinde işlediğimiz konuların tekrarı gibi oldu, bu açıdan çok faydası
Severek okuduğum yazarlardan biridir Nazan Bekiroğlu. Ama sadeleşen dili ile okuduğum, Nar Ağacı ve Mücellâ kitaplarını daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Zaten kendisi de verdiği bir röportajında, gitgide durulduğunu, sadeleştiğini söylüyordu. Bu son kitabında okuduğum dili bana, ne bahsettiğim kitaplar kadar sade, ne de eski kitapları kadar ağdalı geldi. Sanki ikisi arası bir yerlerdeydi.
Konusu, bizim hem efsane olarak hem de Kur'an kaynaklı çok aşina olduğumuz yedi uyurlar, diğer bildiğimiz adıyla, ashab-ı kehf.
Onların mağaraya sığınma sebeplerini ve sonrasında yaşadıkları olayları bilsem bile daha öncesini, kim oldukları, nasıl bir hayat sürdükleri bilmiyordum. Açıkçası önceki hayatlarını merak dahi etmemiştim. Yazar bize onları en baştan anlatmış. En sonunda kendinden de bir parça bırakmış romana. Nar Ağacı'nı okuyanlar bu ayrıntıyı fark edecektir.
Belli ki çok araştırılmış, çok emek verilmiş esere. Tarihi ayrıntıların yanı sıra insanların o dönemlere ait yaşayışları, kıyafetleri, kullandıkları dile kadar pek çok nüans vardı. Oya gibi işlenmiş bir eser desem mübalağa etmiş olmam sanırım.
Nazan Bekiroğlu sevenlerine hayal kırıklığı yaşatmayacak efsane cümleleri vardı yine.