Fırtınaların dinmesini beklemek değildi yaşamak!
İçindeki mahşere su serpen bulunmazdı çünkü her daim. Küçük poyraz bile artırır bazen alevi…
Beni serinleten rüzgârım senin şehrindeyken esiyordu. Her sokağında ayrı bir acı, ayrı bir heyecan vardı.
Kabuk bağlamış yaralarım iyileşiyordu yine de. Tebessüm eksik olmuyordu simadan. Senin derinlerine dalınca çözüyordum bütün bilmeceleri. Hem çok istiyor, hem de korkuyordum elimi uzatmaya. İmtihanım olabileceğin düşüncesi içimi ürpertiyordu çoğu kez. Bağlanmak bana göre değildi anlayacağın. Günü birlik sevgilere alışmış olan kalbime yabancı geliyordu sadakatin. Fazla sevmenin, istemenin de aşırısı zarar veriyordu. Tecrübeyle sabit fikirlerim kalbimi alt ediyor, yine çıkmazlara meylediyordu aklım. Kalbim acılara aşinaydı oysaki. Nedir bu kadar korkmak dedim kendi kendime. Ve işittim içimdeki sesten imtihan kelimesini.
Hangi kelimeler, hangi vakitte anlatmaya yetecek içine düştüğümüz durumu? Bir kor gibi yakan ama dumanı hiç tütmeyen acılarımız var bizim. Sessizce kanayan...
İyiliğin öbek öbek yayılmasını beklediğimiz vakitler zindana dönmekte. Yutkunuşlarımız ağrılı. Gönlü tarif mümkünsüz. Sanki hiç sabah olmayacak, güneş aydınlatmayacak çehremizi. Öyle bir çaresiz ki beden. Nasır tutmuş bütün hisler. Duygular yitirilmiş. Herkes kendi dünyasında yaşamaya çalışırken, zaman kayıp gidiyor sessiz sedasız...
Bir ah’ ı bin değil, bir kişi bile hissetmiyor. Gözler acılara ama. Kulaklar işitmiyor çaresizliği. Sevgi kayıp! Bulmaya yeltenen, varla yok arası. Bedenin de yüreğin de en büyük ihtiyacı sevgi değil miydi oysa ...