İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Başka bir deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Dünyaya getirdim ben ölümü, kendimle. Kendimi istediğim kadar çok istedim ölümü.
Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, kahvelere otur. Artık hiçbir yerdesin.
Adem elmayı ısırınca, cennetteki mutlu ve güvenli yerini yitiriverdi. Ayrıca, ölüm korkusu taşıyan bir ölümlüye dönüştü. Halbuki insanları sonunda özgür kılan şey ölümün varlığıdır; ölümün herhangi bir anda gelebileceği bilincidir. Hiç kimse ölüme hükmedemez.
İnsan birini, bütün bir ömrü boyunca sevemez, bu olanaksız umuttan zina, ana katli, dosta ihanet doğar. Oysa insan ömür boyu birinden nefret edebilir. Yeter ki nefretimizi körüklesin. Nefret yüreği ısıtır.
Ancak hapishaneleri yaratan bizler olduğumuza göre onları yıkabilmemiz de mümkündür.
Mehmet Yılmaz
@Mehmet091
·
10 Ocak 2022 13:26
Dünyaya temel bazı beklentilerle geldik ve bu dünyayı kendi dünyamıza dönüştürdük.
Bu yüzden ömür boyu kendi dünyamızın hapishanesinde yaşamaya devam edeceğiz.
Dünyaya temel bazı beklentilerle geldik ve bu dünyayı kendi dünyamıza dönüştürdük.
Bu yüzden ömür boyu kendi dünyamızın hapishanesinde yaşamaya devam edeceğiz.