Kadının varlığı, dünyanın en eski mitlerinin ve öykülerinin merkezindedir. O, sadece bir figür değil, aynı zamanda bir arzu ve hayal dünyasının özüdür. Tutku, bu öznelliğin ateşini körüklerken, şehvet ise bu ateşi alevlendiren rüzgar gibi eser. Kadın, tutkunun ve şehvetin içinde var olur: bir bakışta, bir dokunuşta, bir sözde.
Kadın, bilgeliğinin ve zekasının derinliklerinde, tutkunun ve şehvetin narin bir dengesini bulur. Hayatının her anında, aklının keskinliği ile arzularının yoğunluğunu harmanlar. Şehvet, onun için sadece bir bedensel ihtiyaç değil, ruhunun derinliklerinden gelen güçlü bir çağrıdır. Her hareketinde, her sözünde bir bilinç yatar. Şehvetin çiğ dürtülerinden uzak, tutkunun saf ve zarif hallerini arar. Toplumun koyduğu sınırları aşar, kendi kurallarını yazar. Tutku, onun için sadece bir duygu değil, yaşamın her anında var olan bir enerji kaynağıdır. Şehveti, sadece fiziksel bir temasla sınırlı değildir. O, zihinleri birbirine dokundurur, ruhları birbirine bağlar. Onun şehveti, bir bakışta, bir gülümsemede saklıdır. Tutku, onun zekasıyla birleştiğinde, hayatın anlamı daha da derinleşir. Her anı, her duyguyu daha yoğun, daha anlamlı yaşar.