Ama neden içim üzgün yine? Meçhulden korkma mı bu? Alışkanlıkları terk etmenin tesiri mi... Yoksa?.. Hayır, bu, saadetin fazlalığından! Ne kadar zayıfım, değil mi? Affet beni!..
insan sözü, yıldızları aşka getirmek istediğimiz zaman, ancak ayıları dans ettirecek havalar çalabildiğimiz çatlak bir kazan gibiydi, ruhun da doluluğu bazen en hoş teşbihlerle dolup taşamaz mıydı sanki?..
Fakat kim kendisini bu kadar mutsuz etmişti? Hangi görülmemiş felaket onu böyle altüst etmişti? Başını kaldırdı, kendisine bu kadar acı çektiren sebebi arıyormuşçasına, etrafına bakındı..
-Fakat saadet bulunur mu hiç?
Rodolphe:
- Evet, diye cevap verdi; saadete rast gelinir bir gün..
Tam ümitsizliğe düşüldüğü bir günde. O zaman ufuklar aralanır, sanki, "İşte o!" diyen bir sestir bu. O kimseye içinizi dökmek, her şeyinizi vermek, her şeyi feda etmek ihtiyacını duyarsınız! Karşılıklı uzun uzadıya konuşmazsanız, birbirinizin içindekileri sezersiniz, birbirinizi rüyalarda görürsünüz. (Bunu söylerken kadına bakıyordu.) Nihayet, o kadar aranılmış olan bu hazine, şuracığa, karşınıza gelir, parıldar, kıvılcım saçar. Ama yine de tereddüt edilir, inanmaya cesaret edilmez, sanki karanlıktan birdenbire ışığa çıkmış gibi, insanın gözleri kamaşır..
..Alevler yatıştı. Aşk, ayrılıkla yavaş yavaş söndü, alışıklık kederi yavaş yavaş boğdu, soluk semasına bir renk vermiş olan yangın parıltısı perde perde kararıp kayboluverdi..
Ondan ayrılmış olmasına rağmen, bırakıp gitmemişti, hâlâ oradaydı, evin duvarlarında hâlâ onun gölgesi vardı. Emma, onun yürümüş olduğu bu halılardan, onun oturmuş olduğu şu boş iskemlelerden, koltuklardan gözünü ayıramıyordu.
Hani bir daha geri gelmeyecek şeylere hülyamızın bir kapılması vardır, hani her olup bitmiş işten sonra bizi saran bir yorgunluk, alıştığımız her hareketin durmasından, devamlı bir titreşimin kesilivermesinden doğan bir ıstırap vardır, o gün Emma işte o hale uğramıştı..
Onun sandığına göre aşk, şimşek parıltıları ve gök gürültüleri ile kendini birdenbire gösterir, göklerden düşüp hayatı altüst eden, iradelerimizi birer yaprak gibi söken, bütün kalbi uçuruma sürükleyen bir kasırgaya benzerdi..
Halbuki gözleri daha bir sohbetle doluydu; söz kesilmesin diye gelişigüzel cümleler bulmaya çalışıyorlardı. Ama ikisi de kendilerini tatlı bir gevşekliğin kapladığını hissediyordu; sanki ruhları arasında derin, sürekli bir fısıltı vardı ki, bu, ağızlardan çıkan fısıltıyı örtüyordu..