Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gülçin üstün

Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan biri sokaktaki çamuru,diğeri gökteki yıldızları görür....
Reklam
Sopadan At
Sopadan At Baba ve iki küçük çocuğu ormanda gezintiye çıkmışlardı. Bir süre yürüdükten sonra çocuklardan biri, "Baba çok yoruldum, beni kucağına alır mısın?" dedi. Baba yürümeyi sürdürerek yanıtladı oğlunu: "Üzgünüm seni kucağıma alamam, ben de çok yorgunum." Çocuk aldığı yanıttan hoşlanmamıştı, bu kez ağlamaya başladı. Baba tek sözcük söylemeden durdu ve ağaçtan bir dal kesti. Dalı bıçakla düzeltti ve oğluna verdi. "Al oğlum, sana güzel bir at." Çocuğun gözleri mutlulukla ışıldadı. Büyük bir coşkuyla sıçrayarak ata bindi ve atına vurarak evine doğru yürümeye başladı. Baba kendilerini şaşkınlıkla izleyen kızına döndü bu kez: "İşte hayat budur kızım" dedi. "Bazen çok yorulduğunda kendini hayata bağlayacak bir şey ararsın."
İki İngiliz tayyaresi art arda uçuyordu şehrin üstünde. Bu sabah biraz daha yüksekten uçuyor aşağıya bir şey atmıyorlardı. Orhan yere çöktü, iki eliyle tuttuğu Sultan'la beraber. "Bak, işte bunlar düşman, Sultan. Hep tepemizde uçuyorlar. Artık bizim tayyaremiz yok onları kovalayan. Eskiden varmış diyor babam. Hem de çok varmış... Keşke sen daha büyük olsan. Uçup o tayyareleri yakalasan. İçindeki İngilizleri gagalasan. Valla hepsini öldürürdün. Halit abim olsa öğretirdi sana... Büyük olsan beni üstüne bindirirdin. Ben taş atıp avlardım o gâvurları. Tabanca bile atardım. Tüfek olmaz, o boyum kadar uzun; ama tabancayla vururdum gâvurları. Bir daha gelemezlerdi Kudüs'e." Tayyareler uçmaya devam ediyorlardı. İçini çekti.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Üstlerinden birkaç defa geçen tayyareden heyecanlanmaları mucize olurdu ayaklarının altındaki taş yollar sallanırken. Ne anneleri ne babaları hazırlamışlardı onları böyle günlerin kıyısına. Sahile vuran şaşkınlıklar, acılar, hüzünler ve dalgaların alıp götürdüğü melekler. Kan sadece elmayı dişlerken ya da oyun oynarken yere düşerken akmazmış.Çocuklardan bile kan akarmış,sadece büyüklerden değil.
Sayfa 235Kitabı okudu
İslâm Uygarlığı'nın parlamaya başladığı çağda Batı Karanlık Çağ'ı yaşıyordu ve on ikinci yüzyılda İspanya başta olmak üzere çeviri merkezlerinin oluşturulduğu yerlerde, kendilerine göre çok ileride olan İslâm Uygarlığı'nın eserlerini Arapçadan Latinceye çevirerek bu karanlıktan kurtulmayı başardılar.
Reklam
Beyoğlu'nda her yerde reklamını gördüm Secret'ın. Girdim bir kitapçıya, arka kapağında şöyle yazıyordu: "Dünyadaki gelirin %94'ünü nüfusun %1'i paylaşıyor!" Bir de utanmadan "paylaşıyor" kelimesini kullanmışlar. Bu nasıl paylaşma? Ortaya yemek geliyor, %94'ünü bir kişi alıyor, geri kalan 99 kişi %6'sıyla besleniyor. Çoğu da çoluk çocuk. Siz isyan etmez misiniz buna?
Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim ellerimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı. Jomo Kenyatta Kenya Kurucu Devlet Başkanı
Emniyetten bir dostum demişti ki bu ülkedeki suçların %99'unu nüfusun %1,suçların geri kalan yüzde birini de nüfusun %99'u işliyor.
Aslında her bir nüshanın kaderi, okuyanın zekâsı kadardır. Bu kitabı kişisel gelişmeyin diye yazdım, toplumsal gelişin. Etrafa da gram katkınız olsun.
Reklam
Yamyam yemek pişirirken arada tenceredeki adamın kafasına kepçe ile küt küt geçiriyormuş. Bir küt bir daha. Başka bir yamyam gelmiş. -eziyet etmesene adama ne kafasına vurup duruyorsun -böylesi ilk defa geldi patatesleri yiyor şerefsiz..
Çanakkale'de tüm eğitimli nüfusunu kaybetmişsin . 1923'teki okuma yazma oranı %8. Bu ülke 1925-1945 yılları arasında dünyanın en hızlı büyüyen iki ekonomisinden biri çünkü insanlar dürüst herkes birbirine güveniyor.
Sevgi kültürümüz iyidir ama zamanla iş, sevmekle aşırı korumayı karıştırmaya gelmiş. Dikkat edin yabancı çocuklara, otelde beş-altı yaşındaki Alman çocuk alır yemeği, hapur hupur üstüne döke döke yer. Bizim on yaşındaki Türk çocuğun yemeğini babası alır, anası yedirir, teyzesi de ağzını siler. Çocuk otuz beş yaşına gelir, hâlâ ana, baba, teyze çocuğun peşinde yemek yedireceğiz diye koştururlar. Bu nasıl bir korumacılık kollamacılıktır
Anadolu'nun bir köyüne ilk meyve ağacı 1960'larda dikilmiş köy yüzlerce yıllık ama kimse uğraşıp direnip de bir meyve ağacı dikmemiş Köyün adı sivri olan Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı acil kendisi aşık Veysel On binlerce insan yaşamış göçmüş o köyden o köyden ilk meyve ağacını dikeninin gözleri görmüyor Sizce gerçekte kimin gözleri görmüyor Aşık Veysel'in mi diğerlerinin mi,?
98 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.