Zayıf, çelimsiz ve hastalıklı bir eşeğe sahibi acır ve otlağa salar. O eşek, otlakta iyi besili ve güzel boynuzları olan öküzler görür. Eşek, öküzlerin de kendisinin de hayvan olduğu halde öküzlerde boynuz olmasını ve kendisinde olmamasını haksızlık olarak düşünür. Bu durumu bilge bir eşeğe sordu. Bilge eşek kendisine "Allah öküzleri rızk sebebi olarak yarattı, onlar gece gündüz arpa buğday işleyip harmanda çalışarak faydalı olurlar. Bu yüzden de onlara devlet tacı (boynuz) konuldu ve iyi besilidirler. Halbuki bizim işimiz odun taşımaktır, yaptığımız işi kıyaslarsak bize kuyruk ve kulak bile fazladır." dedi. Zavallı eşek de odun taşıyıp dayak yemekten bıktığı için buğday işlemeye karar verdi. Böylece izzetler bulacağını sandı. Sonra yeşermiş ekili bir tarla gördü ve afiyetle tarladaki ekinleri yedi. Tarla sahibi durumu görünce eşeği bir güzel dövdü. Hırsını alamayınca kuyruğunu ve kulağını kesti. Kaçan eşek yolda bilge eşeği gördü ve ona "Gerçek olmayan şeyi isteyerek haktan ayrıldım. Boynuz umdum, kulaktan ayrıldım." dedi.
Burada müthiş bir metafor görüyoruz. İyi bir tabip ve büyük bir şair olan Şeyhi'nin (asıl adı Yusuf Sinan) bu hikayesinde
eşek halkı, bilge eşek bilginleri, öküzler yöneticileri ve tarla sahibi padişahı temsil ediyor diyebiliriz.