Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nili

Hiç değilse virüsleşebilme bilinciyle ölür ölür dirilirdi. Korku evrenini nasıl küçültüyorum, görünmez kılıyorum içimde! Genişlemesi durdurulamayan çevren: Umut. Yaratmamış, yaratılmamışlık gibi. İşte böylesi bir yoruma sarıldım birdenbire. O nasıl dalkavuk sevinciydi, ölümlü olduğuna inanarak katlanmak yalanı.
Reklam
Ya da ölüm mantıksa, o bile ölürse, biz neden yaşayalım? O bile ölüm öncesi ölüm bilincindeyse..

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Taksim’e doğru bölünerek, her bölüğü bir duyarsızlığı yeniden bölerek, solucan canlılığını neden sürükleyecektim. ‘Nerede ayrılacağımızı sormadım.’ Sevmediğini ‘bilme’nin üstüne giderek –benim için de sanki o ‘bilme’ sevmemek eylemine sığabilirmiş de, dayanamazlıkla özdeş değilmiş de, akıntıya kapılmış bir salapuryanın dümen suyuna gittiğimi sonradan algılayıp– önceden algılama algılamamaktır kuşku yok, silkinme anlamına gelmiyormuşçasına, öç alma savunmasıydı bir üçüncü adına. Ne sana, ne bana verilmiştir çünkü kurtuluş.
Reklam
Bütün kapılarımı kapıyorum. Seninle olamamak değil, olmamak acısını bölüşemem. Labirentlerinde dolaşmak uykulu, ışığa çıkılabileceği acınır umuduyla yapma bulmacaların; ergime noktasına vardırıyor artık iç direncimi.
Bütün bir ömrü yaşadık duygusu. Sende de var mı? Birliktelik, çocuk ve sabah ve ölüm. Sabah durudan da özge bir suyun en dibini görmek. ‘Mütekâsif menekşeler’ yoğun kaynaşması ve ayrılmazı yalnızlık. Bir türlü cayamamak sıcaklıktan, umuda kıyamamak.
Ölüme hadi oradan demek. Yaşam, yalnızlık ve seninlelik. Zıtlık. Salt olamama. İki karşıt oyunu kendi kurallarına göre sürdürmek.
Niye ekşidik? ‘Dağ başını duman almış..’ Almış da, biz neden yürüyemiyoruz arkadaşlar? Gülecek dermanım yok.
Elde bavul, dral dedenin düdüğü gibi kalacağını ortada.
Reklam
Dört yıl oldu mu görmeyeli. ‘Mantonu alayım’ bile diyemeyen ödlek. Yanan parmağını emdi, ezdi sigarasını yanık lekeleriyle delik deşik, bakalit tablada. Kontrplak dolap, pirinç başlıklı gelin karyolası, lavabo, bir küçük kitaplıktan arta kalan boyutları altı metre kare pansiyon odasının. Dünyamız. Duvarda, işini bilir, kadidi çıkmış, tilki burunlu
Pek’leriniz pekişsin, peklik çekin yaşam boyu, ne diyeyim.
Mutluyum, nasıl isterdim bunu bilmeni. Bildiğini bilmek umudu, artırmıyor mu sanıyorsun acımı. Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı.
İsa'dan 1990 yıl sonra, Tanrı artık hiçbir kadından çocuk yapmıyor; babasız çocuklar ve bakire analar da artık mucize sayılmıyor.
Sevdim mi? Hiçbir aşk sözcüğü söylenmedi aramızda. Hiç soru sorulmadı. Hiç kavga etmedik, hiç söz vermedik, hiç bağlanmadık birbirimize. Buluşurken, konuşurken, sevişirken özgürdük. Yasamız yoktu, tarihimiz, sınırımız da. Farklı yönlerden esen rüzgarlar gibi, belirsiz bir zamanda, belirsiz bir yerde buluşurduk.
101 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.