Yazarın ilk kitabı olan unutulan, teması aşk ve göç olan bir roman.
Sultan ve Rüya. Bir ayağınız savaş yıllarında, diğer ayağınız deli dolu bir genç kızın mutluluk arayışında. İstiklal savaşından çıkmış yeni Türkiye’ de her şey cephede olup bitmedi diyor bize Nilüfer Benal. Geçmişe döndüğünüz o insanı çekip alıveren sahnelerde Selanik Türkeri’yle zeytin topluyorsunuz, sonra birden askerler gelip sizi evinizden yurdunuzdan ediyorlar, içiniz yanıyor. Tarihte ‘’Mübadele’’ deyip geçtiğimiz bir olayın tam ortasında buluveriyorsunuz kendinizi.
Bir de bakıyorsunuz ki Mardin’desiniz. Çağımızın simülasyon gözlüklerinden birini takmış gibisiniz. Taş duvarlar, cepheden dönmeyen oğullar, babasını hiç görmeyen bebekler bekliyor sizi orada. Kaybolan bir ulusun kimliği değil sadece, kimlik arayışıyla birlikte kıvranmalar, çatışmalar, kayıplar. Tıpkı doğum sancısı gibi.
Bir kazayla birlikte tanıdığımız Rüya bizim sabitemiz, romanın başlangıcında o var. Yaşadığımız ülkelin dünüyle bugünü arasında üç kuşak boyunca yaşananları öğrenirken tutunduğumuzu gerçeklik sembolü adeta. Rüya’yı tanımaya çalışıyoruz hatta onu anlamaya… Rüya’ya kızdığımız da oluyor onun için üzüldüğümüz de. Bazen de dayanamıyoruz bu denli tutuk olmasına, sessiz kalmasına, hayatına sahip çıkmamasına. Sonra da diyoruz ki, gen demek ki böyle bir şey, kuşaklar boyu etkisi devam ediyor.
Roman bitiyor ama soru işaretleri bitmiyor okuyucunun zihninde:
Köklerinden kopunca yaşayabilir misin?
Yaşasan da sen olabilir misin?
Hepsi bir yana,
Kaybolan yılları yerine koyabilir misin?
iyi okumalar efendim.:))