Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ortadoguda1çocuk

Ortadoguda1çocuk
@Nobody_13
Biraz daha ışık...
Sabitlenmiş gönderi
66. SONE Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. William SHAKESPEARE Çeviri : Can YÜCEL
Reklam
416 syf.
·
Puan vermedi
1. Karakterler: - Raimund Gregorius: Kitabın ana karakteri olan İsviçreli klasik edebiyat profesörü. Kitabın başında sıkıcı ve monoton bir hayatı olduğunu hisseder. Lizbon'a gitme kararıyla hayatında büyük bir değişim başlatır. - Amadeu de Prado: Lizbonlu bir doktor ve yazar. Kitabın içinde geçen bir romanın yazarı olan
Lizbon'a Gece Treni
Lizbon'a Gece TreniPascal Mercier · Sia Yayınevi · 20211,378 okunma
416 syf.
·
Puan vermedi
Lizbon'a Gece Treni
Lizbon'a Gece TreniPascal Mercier
7.9/10 · 1.378 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Yolculuk edemeyen insanlara neden acırız? Dıştan genişleyemeyecekleri için içlerinde de yayılıp genişleyemezler de ondan; kendilerini çoğaltamazlar, böylece kendi içlerinde kapsamlı gezilere çıkamazlar, başka kim ve ne olabileceklerini keşfetme fırsatından yoksun kalırlar…”
Ölümsüz Gençlik
Gençken ölümsüzmüşüz gibi yaşarız. Ölümsüzluk hakkındaki bilgimiz, incecik kağıt bir zar gibi sarar bizi, tenimize neredeyse dokunmaz. Hayatımızın hangi döneminde değişir bu? O zar ne zaman daha sıkı sarmaya başlar bizi; ve sonunda boğar? O zarın, hafif ama yine de inatla kalan baskısını nasıl anlarız ki o baskı asla gevşemeyeceğini bize öğretir? Başkalarında nasıl anlarız bunu? Kendimizde nasıl anlarız?
Reklam
Hayat , yaşadığımız şey değildir ; hayat , yaşadığımızı hayal ettiğimiz şeydir...
Merak duymadan , soru sormadan , kuskulanip tartışmadan nasıl mutlu oluruz ? Düşünmenin keyfine varmadan ?
Ama yaşamak istemediğim bir başka dünya daha var: Bedenin ve bağımsız düşüncenin kötülendiği, başımıza gelebilecek en iyi şeylerin günah diye damgalandığı bir dünya. Diktatörleri, gaddarları ve katilleri sevmemizin istendiği bir dünya...
Ruhun gölgeleri...
Başkalarının bizim hakkımızda anlattığı hikâyeler ve insanın kendisi hakkında anlattığı hikâyeler: Hangisi gerçeğe daha çok yakındır? Kendi anlattıklarımızın doğruluğu o kadar kesin midir? İnsan kendisi hakkında otorite sayılır mı? Ama kafamı meşgul eden asıl soru bu değil. Asıl soru şu: Bu tür hikâyelerde gerçekle yalan arasında bir fark var mı? Dış görünüşle ilgili hikâyelerde fark var. Ama bir insanın içini anlamaya hazırlanırsak ? Herhangi bir zamanda sonlanacak bir yolculuk mu bu? Ruhumuz gerçeklerin bulunduğu bir yer mi? Yoksa gerçek denen şeyler yalnızca hikâyelerimizin aldatıcı gölgeleri mi?
Bir duyguyu önemsememiz mi yoksa ciddiye alınmayacak bir kapris olarak mı görmemiz gerektiğini nasıl anlarız ?
Reklam
Okuyan insanlar vardı, bir de ötekiler. Birinin okuyan mı okumayan mı olduğu hemen anlaşılıyordu. İnsanlar arasında bundan daha büyük bir fark yoktu. Gregorius bunu iddia ettiğinde insanlar şaşırıyorlardı, kimileri de böyle çarpık bir fikir karşısında başlarını iki yana sallıyorlardı. Ama böyleydi. Gregorius biliyordu bunu. Biliyordu
Akan zamanı ve ölümü düşünmenin yol açtığı fikir, insanın ne istediğini aniden bilmez oluşu muydu? İnsanın, kendi arzularını tanımaz oluşu muydu? İnsanın, kendi iradesiyle olan doğal yakınlığını kaybetmesi miydi? Ve bu yolla kendine yabancılaşması, sorun haline gelmesi miydi?
"Oysa kendi ruhlarındaki hareketleri dikkatle izlemeyenler mutlaka mutsuz olurlar."
Gazete okurken, radyo dinlerken ya da kafede insanların konuşmalarına dikkat ederken, hep aynı sözlerin söylenip yazılmasından, hep aynı deyimlerin, süslü sözlerin, metaforların kullanılmasından çoğu zaman bıkkınlık, hatta tiksinti duyuyorum. En kötüsü, kendime kulak vermem ve benim de hep aynı şeyleri söylediğimi saptamam. Müthiş aşınmış ve harap olmuş kelimeler bunlar, milyonlarca kez kullanılmaktan yıpranmışlar. Hâlâ bir anlam taşıyorlar mı? Elbette, kelimeler yer değiştiriyor, insanlar onlara göre hareket ediyorlar, gülüp ağlıyorlar, sola ya da sağa gidiyorlar, garson kahveyi ya da çayı getiriyor. Ama benim sormak istediğim bu değil. Sorum şu : Kelimeler düşüncelerin ifadesi mi hålå? Yoksa, lakırdıların içe kazılı izleri durmaksızın parladığı için insanları oraya buraya sürükleyen etkili ses oluşları mı sadece?
Yaşadığımız binlerce şeyden olsa olsa bir tanesini dile getiririz, onu da gelişigüzel ve hak ettiği özeni göstermeden yaparız. Dile getirilmemiş bütün o deneyimlerin arasında hayatımıza belli etmeden biçimini, rengini ve tınısını verenler de vardır. Bizler, ruhları araştıran arkeologlar olarak, bu hazinelere yöneldiğimizde, onların ne kadar dağınık olduklarını keşfederiz. İncelediğimiz şey, kımıldamadan durmak istemez, kelimeler yaşananın üzerinden kayıp gider, sonun da kağıdın üzerinde bir sürü çelişki kalır. Uzun zaman, bunun bir eksiklik, üstesinden gelinmesi gereken bir şey olduğuna inandım. Bu günse durumun başka türlü olduğunu düşünüyorum: Bu bildik ama yine de gizemli deneyimlerin anlaşılabilmesi için geçerli çözüm yolu. dağınıklığı kabul etmektir. Kulağa tuhaf geliyor bu, evet, hatta aykırı, biliyorum. Ama olaya bu açıdan baktığımdan beri ilk kez gerçekten uyanık ve hayatta olduğumu hissediyorum.
Sayfa 22
213 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.