“Yüce” bir Tanrı, kendi yarattığı insanın yerlere kapanarak kendisine tapmasını değil, başı dimdik, haysiyet ve özgürlüğüne sahip olarak iş görmesini ister. Böyle bir insanı değer veril-meye layık bulur.
Kuşkusuz ki, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi diğer dinlerin kitapları da, insan aklını zincire vurmak ve özgür düşünce sistemine engel yaratmak gibi olumsuz sonuçlar yaratmaktan geri kalmamışlardır. Ancak, Batı dünyası, eleştiri yoluyla bu kitapların egemenliğine son verip, akılcılığı üstün kılmış, aklı vahyin önüne almış ve bu şekilde sınırsız gelişmelere yönelebilmiştir. Eğer İslam dünyası da buna benzer bir şeyler yapıp Tanrı ve “Peygamber” sözleridir diye ortaya koyulan şeyleri akıl süzgecinden geçirebilseydi, yani eleştirel aklı rehber edinseydi ve busayede Akıl Çağı’na erişebilseydi, bugün her alanda yeryüzünün en geri kalmış
“ülkeler yığını” olmazdı. Bu sonuç, hiç kuşku edilmemelidir ki, şeriat verileriyle(örneğin, Kur’an’la) ne bilimsel, ne fikirsel, ne sosyal, ne demokratik ne de ekonomik gelişim sağlanamayacağının en kesin kanıtıdır.
“eleştiri” dediğimiz şey, hertürlü gelişmenin iksiridir. Eleştiriden yoksun kalan, tartışılamayan her şey, gerilikler içinde yok olmaya, yok olana dek kendisiyle ilgili her şeyi ilkellikler içinde tutmaya mahkûmdur.
Şeriatçıyı tehlike olmaktan çıkarmanın en etkili yollarından biri, şeriatın, akla, vicdana ve ahlaka aykırılıklarını sergilemektir. Bu usul onları, cevap veremez durumda kılmaya yetecektir.
Akıl çağının mimarlarına göre “insan” denen varlık, yaratıcı nitelikte bir akıl gücüne sahiptir ve eğer aklın özgürlüğünü yok eden engeller önlenecek olursa, sınırsız gelişmelere ulaşabilir.
Fikirsel gelişmenin yazıtı olarak kabul edilen Latince bir deyim var: “Timeo
hominem unius Libri” (tek kitap okuyandan kork!). Bu deyim, tek kitaba bağlı kalmanın, bağnazlığa, bilgisizliğe ve hoşgörüsüzlüğe sürüklenmek demek olduğunu anlatıyor.
Kur’an tercümesi ve tefsiri gerekir. Ta ki, dinini kaynağından öğrensin, Allah’ın
kitabını bilsin” şeklinde konuşuruz ya da biraz daha ileri giderek, “Kur’an öz dilimize çevrilsin ve din adamları (hocalar) Tanrı ile kulları arasından çekilsin”
deriz. Oysa İslamcılar, bu tür
istekleri olumsuz karşılarlar. Çünkü Kur’an’ın herkes tarafından okunup anlaşılmasını ve hele aklın eleştirisinden geçirilir olmasını sakıncalı bulurlar; daha doğrusu bunu, kendi egemenlikleri ve etkinlikleri bakımından çok “tehlikeli” sayarlar.
Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur...” (Atatürk.)
Bir örümcek gurur duyar,bir sineği tuzağa düşürmüş olmaktan ötürü; bir başkası yaban domuzu yavrularını; bir başkası ayıları.
Davranış ilkelerini derinliğine incelediğinde, tüm bu varlıklar eşkiya değil midirler?