Yolculukların en çilelisi aşk için yapılandır. Ve zorluk ne kadar artarsa aşk o kadar kıymete biner, o kadar anlam kazanır, o kadar vazgeçilmez bir hal alır…
Siz aşkı hükmedilecek bir ülke zannettiniz, sevgiliyi ise bir savaş ganimeti. Oysa aşkın bunlarla bir alakası yoktur. Sevmek için insanın hür olması gerekir, anlayın artık, özgürlük yoksa aşk da yoktur.
Aşkın bir tek kanıtı vardır; o da âşığın yüreğinde yanan ateştir. O ateş yandığı sürece zihin ve beden aşığın esiri haline gelir. O ateşin kavurduğu benlik, sevgiliye kavuşmak için ölüm dahil her türlü fedakarlığı göze alır, aşk da böylece hakikat olur. Aksi takdirde, yaşanan aşk değil şu denizden esen yel gibi hoş bir andır, gökyüzünü kaplayan şu oşıklı karanlık gibi geçici bir hevestir, içtiğimiz kırmızı şarabın zihnimizde yarattığı şu tatlı duygu gibi bir sarhoşluktur. Ama hakiki aşkın bunlarla hiçbir alakası yoktur. Hakiki aşk kalıcıdır, bunu sağlayan da kalbimizdeki o inançtır.
Aşktan daha güçlü bir inanç yoktur. Ne kadar büyük hayal kırklıkları yaşarsak yaşayalım eğer benliğimiz gerçek aşk tarafından ele geçirilmişse, o yakıcı duygu bizi asla terk etmez.
Kişi, kendinden kaçmamayı öğrendiğinde ve kendisini oyalamasının ellerin kolların titremesi gibi bir zayıflık olduğunu anladığında artık kendini dinleme fırsatı yaşayacaktır. Dikkati dağınık arkadaşlarından farklı olmaya başlayacaktır. Zaman geçirmek için farklı farklı gazete okumaya kalkışmayacak, kart oyunlarına dalmayacak, boş muhabbetlere girmeyecektir. Diğerleri gibi kendini akıntının gidişatına bırakmayacak, kendine hükmetmenin keyfini tadacaktır.