Orhan D. Tanşeknay

Orhan D. Tanşeknay
@Ordonay
Kendimi bir kaç cümleyle anlatmak kadar sevmediğim çok az şey vardır.
İnsan Terbiyecisi
Eh işte
Mersin
Kahramanmaraş, 11 Aralık 1985
27 okur puanı
Temmuz 2020 tarihinde katıldı
Her iki halde de yoldayım, her iki halde de halimi bilenin yanındayım, diyor ama kendi kendine dama çıktığı geceler uzun uzun gözyaşları dökerek, soğuk havada sıcak gözyaşı ile ısınmak nedir bilerek, bir karar bulmaya, sükun bulmaya, kendinden utanmamaya yalvarıyordu.
Devrini beğenmeyen yanıma gelecek, arayan yanıma gelecek, meraklı, yanıma gelecek, istekli, yanıma gelecek, yani her belasına ekli yaşayan ve aslında öksesini arayan yanıma gelecek, yapıştırıvereceğim. Yanarım yanarım da şu hiç merak etmeyen, hiç isteği arzusu olmayan, ateşi olmayan suyu olmayan, yırtılmayan sökülmeyen sade vakti gelince ölen Allah'ın belası güruha, bu gülü solmaz mumu sönmez iblis soyuna gene de bir şey yapamayacağıma yanarım. Çünkü yanıma bile uğramayacaklar. Çünkü ne yapsam ne söylesem ilgilerini çekmeyecek, halbuki gerçek ve tek hedefim onlar, onlara bir şey yapamadığımı göre göre hırsım taze kalacak. Maşallah Nuhu Bey de hala çok dinç diyecekler. İşi bitmeyen, bitemeyen hep dinçtir, bilmeyecekler. Niye doymadı acaba? diye soranlar vardır, çok yediğini, çok elde ettiğini düşündükleri kimselere şaşkınlıkla bakarken, o saflara da diyemeyeceğim tabi daha hiç yiyemedim diye. Kimi görürseniz doymayan, dinlemeseniz de şimdi beni aklınızda bulunsun aslında yemek istediklerini yiyememiştir.
Bir eleştiri ve horgörü topu gibi yuvarlanıp duruyor, değdiği yerlere zararı olmadığı halde her yanı ağrıyordu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nuhu birden kendini sanki almak, yerinden koparmak isteyenler varmış da yengesi onu kanıyla canıyla ele vermiyormuş gibi bir tatlı muhafazada duydu. Yengesinin elini öptü, kadın da Nuhu'ya sıkıca sarıldı. Dışarıdaki nifak avcıları böylece avuçlarını yaladılar.
Sandalda iki suskun, zoraki eğlenmeye çalışan yirmi yaşlarındaki gencin arasında tam dünyadaki halinde durdu. Sanki dünyayı küstürmemek, alındırmamak gerekiyordu da buna sebep eğleniyor ve memnun rolü yapmak şarttı. Öyle ya sandalı ve suyun kaldırma kuvvetini verene bir karşılık lazımdı, üçü de gülümsediler, vaat yerine geldi.
Beğendiği ve ince bulduğu bazı şiirlere bakıyordu karşılığını görmek için ve o karşılığı göremiyordu, onlara inansa, onları arasa mahvolacaktı, yarı mahvı zaten bu yüzdendi. Düşünceleri ile öyle böyle geçirecek, her büyük denen büyüğü kim büyütmüş, bu kimin büyüğü bilemeden kendini her büyüğün varisi sayarak küçülmemenin bir yolunu bulacaktı. Elbet kaybolacaktı ama herkesin kaybolduğu yerde galiba yolumu kaybettim demenin, herkesin boğulduğu yerde nefes alamıyorum demenin bir manası yoktu, havası da. Hava alamamak havalı bir şeydi hem. Onu beğenen olmayacaktı muhtemelen. Çünkü gösterecek çakısı, tarağı, şapkası yoktu. Vücut doğuştan havalı değildi, tıkızdı. Yüzü en sevmediği değirmi çehre, çene kayıp, elmacık kemiğini elma sanıp yemişler, adem elması bile boğazında kalmamış gibi ortalıkta görünmemede, Adem'in günahı boynumda değil, demesi o zaman yerli yerindeydi.
Üniversitedeki bazı hocalar hiçbir keşfin olmadığı ama eski kıymetli keşiflerin üzerine yılmadan bıkmadan sıkılmadan hiç üstüne koydukları şeyin sahibine bakmadan adeta kıymetli bir mobilyanın üzerine pat diye oturur gibi üç günde üç ayda üç senede hükmünü koyan, sadece bu hükmü koymak için yaşayan okula gelen talebelerden fevkalade yılgın ve tahammülsüz, dinlememeyi ve hor görmeyi kendilerinden memnuniyet duyarak olmasa da elbise olarak giyinmiş, baston olarak tutmuşlardı. Kant'ı, Comte'u, Desartes'ı, Lewis'i, Durkheim'i.... talebeden korumaktan bostan bekçisine dönmüşler, hiddet ve asabiyet, azaları olmuştu. Bazıları bu yeni azalar sebebiyle başka bir canlıya döndüğünü de hissediyor, daha inceleri kendilerine bakıp rahatsızlık duydukları öğrencilerin rahatsızlık duyulacak hocalarına döndüklerini görüyor, buna da kırılıp öfkeleniyorlardı. İlim yuvası diye bir şey anlaşılan yoktu, sadece nifak yuvası olmadığı gibi. İnsanın yuvası yoktu. İnsan için oradan oraya uçmak gitmek vardı.
Onu gören hemen, "Maşallah bak evlilik yaramış havailiğin gitmiş demek ki kocan iyi," diyor. Tevhide bu giden havailiği elinden, omzundan uçan bir kuş gibi havaya, uzağa bakarak arıyor, özlüyordu. Birkaç günlüğüne gelen ana babasını misafir etmek ve onlara evini hayatını göstermek zorunda kaldığında kimsenin bu dar ve şekilsiz odaları yadırgamadığını, annesinin, onu tencerenin önünde yabancılamadığını, babasının onun bir adamla bir evde oluşunu görmezden gelir gibi davrandığını hayretle görüyordu. Bir mevcuda kendi başını koymuş bu suretle tanınır ayırt edilir olmuştu sanki.
Kendim mücerred olduğum için bekarlık nedir bilirim, iyisi kötüsü ile. İyi, insana zaten yaklaşmaz ama mesele insanın da kötüyü kendine yaklaştırmamasında, ama öyle olmaz. Bu kadarcık bir hüneri bile yoktur insanın. O yüzden ben evlensin de dünya derdinin bildik şekli ile kendini o kabın içinde bir muska gibi sarsın istedim. Bildik derdi bulamayan dert aramaya çıkar çünkü eh bu kadarı öğrendim. Biliyorsunuz hemşerimdir, gariptir, anasız babasız ama insan evladıdır Allah için. Bilirsiniz ki uzlet ehli buluşur, uzlet ehli bilişir. Ben evlendirdim, hatta kızı da ben istedim, olmasam vermeyeceklerdi, ah keşke vermeyelerdi. İnsan işte alıyorum zannederken aslen hep verir. Üteyim derken ütülür. Düşüreyim derken düşer, ila ahir hep böyledir. Hasılı biz de düştük. Hem de İonya sütununun üstüne düştük. Taş gibi bir şeye düştük. Şekil vereceğiz ne olsa hamurcu, fırıncıyız derken, ağdarırız döndeririz derken daha haftanın içinde merdaneyi de fırını da oklavayı da elin elinde gördük, baktık ki un bizim üzerimize serpiliyor,
Yoo sen evlen, ne olur ne olmaz, bence evlen. Zaten çok yalnız ve başsız kalmışsın, bunu tüm hayatına yayamayabilirsin, bir yavanlığın olacak elbet ama nasıl olsa ilim ve sanat adamı değilsin, evlenmek seni sakat ve yarım bırakmaz, hatta kızı sakatlama ihtimalin daha fazla, sen evlen, evlen,
Sevilmek isteyen bilmiyorum der, sevilmeye hakkı olduğunu düşünen ve bunu tahsil edebileceğini düşünen dangalak, "Tabii biliyorum" deyip hatta eksiğini imsakını da ilave eder. "Duruma göre ver Aziz can, duruma, şerbetçi ol. Allah bile adamına göre veriyor. Veren zavallı kendinden memnun olunsun istiyor, sen de öyle yap, halifeliğin şanındandır,"
Sayfa 373Kitabı okudu
Orhan D. Tanşeknay
Bir kitabı okumaya başladı
Kıyamet Emeklisi - 2. Cilt
Kıyamet Emeklisi - 2. CiltŞule Gürbüz
8.8/10 · 214 okunma
401 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
Kıyamet Emeklisi - 1. Cilt
Kıyamet Emeklisi - 1. CiltŞule Gürbüz
8.9/10 · 498 okunma
Sen onu sağ bırakır mısın ha, önünden bir ceylan ürkmeden, vurulmadan geçebilir mi?
Sayfa 362Kitabı okudu