Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Faruk

Asıl felaket sırasında gerçeğe alışılır, yani sessizliğe. Bekleyelim.
Sayfa 100
Reklam
“Ah, keşke bir deprem olsaydı! Tam bir sarsıntı... ve bu iş biterdi. Ölüler, diriler sayılır ve oyun biterdi. Ama şu domuz hastalık! Hastalığa yakalanmamış olanlar bile onu içlerinde taşıyorlar.”
Sayfa 105
Yeryüzünün hiçbir gücü, hatta şunu iyi bilin, insanlığın işe yaramaz bilimi bile onun size uzattığı o elden kurtulmanızı sağlayamaz. Ve acının kanlı meydanında dövüldükten sonra, samanla birlikte siz de atılıp gideceksiniz.”
Sayfa 90

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Evet, talihsizliğin soyut ve gerçekdışı bir yanı vardı. Ancak soyut olan sizi öldürmeye başlarsa, o zaman soyutluklarla ilgilenmek gerekir.
Sayfa 83
“Ama ben buralı değilim!” “Ne yazık ki, bundan böyle herkes gibi siz de buralı olacaksınız.”
Sayfa 81
Reklam
Yalnızlığın bu uç noktalarında, sonunda kimse komşusunun yardımını ummaz oldu ve her bir kimse kendi uğraşıyla yalnız başına ilgilenir oldu. Rastlantı olarak eğer aramızdan birisi içini dökmeye ya da duygularıyla ilgili bir şeyler söylemeye çalıştığında aldığı yanıt, ne olursa olsun, çoğu zaman onu yaralıyordu. O zaman karşısındakiyle aynı şeyden
Sayfa 72
Normal zamanda, bilinçli ya da değil, kendini aşamayacak aşkın olmadığını hepimiz biliyorduk, yine de az ya da çok, belli bir dinginlikle, kendi aşkımızın orta karar olduğunu kabulleniyorduk. Ancak anı daha titizdir. Ve çok tutarlı bir biçimde, bize dıştan gelen ve tüm bir kenti vuran bu talihsizlik, bizi öfkeye boğabilecek haksız bir acı getirmekle kalmıyordu. Aynı zamanda, kendi kendimize acı çekmemizi sağlıyor ve böylece bizi acıyı kabullenmeye itiyordu. İşte bu da hastalığın dikkati başka yöne çekme ve işleri karıştırma yollarından biriydi. Böylece herkes günü gününe ve gökyüzüne karşı yapayalnız yaşamayı kabul etmek zorunda kaldı. Bu genel terk edilmişlik duygusu uzun vadede kişilikleri sağlamlaştırabilecekken değersiz kılmaya başlamıştı.
Sayfa 71
Ancak bu bir sürgün de olsa, çoğunlukla kendine sürgündü.
Sayfa 70
Yaşadıkları şimdiki zamana karşı sabırsız, geçmişlerine düşman ve geleceği elinden alınmış olarak insan kaynaklı adaletin ya da nefretin parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ettiği kişilere benziyorduk biz de.
Sayfa 70
artık yalnızca geçmişimiz vardı ve aramızdan bazıları geleceği yaşamaya eğilimli olsa bile, hayal gücünün kendisine güvenenlerde açtığı yaraları görerek hemen, en azından ellerinden geldiğince çabuk, bundan vazgeçiyorlardı.
Sayfa 69
Reklam
Evet, sürekli olarak içimizde taşıdığımız o boşluk, o belirgin heyecan, mantıksızca geriye dönme ya da zamanın akışını hızlandırma isteği, belleğin o yanan okları; işte buydu sürgün duygusu. Bazen kendimizi hayal gücümüzün kollarına bırakmamız, dışarıdan gelen birisinin kapımızı çalmasını ya da merdivende tanıdık bir ayak sesini beklemiş ve böyle anlarda, trenlerin seferden çekildiğini unutmayı kabul etmemiz ve normalde akşam ekspresinin getireceği bir yolcunun mahalleye varabileceği saatte evde bulunacak biçimde kendimizi ayarlamamız; tabii ki bu oyunlar süremeyecekti.
Sayfa 68
Ancak böylesine basit duyguları dile getirmek için en ufak bir sözcük ona binlerce acıya patlıyordu. Sonunda bu güçlük onun en büyük derdi olmuştu: “Ah doktor,” diyordu, “kendimi dile getirmeyi nasıl da öğrenmek isterdim!”
Sayfa 48
“Nabız iyice düşer ve anlamsız bir hareket sonucunda ölüm gelir.” Evet, tüm bunların sonunda, bir ipin ucundaydık ve insanların dörtte üçü, kesin sayı buydu, onları çeken bu anlamsız hareketi yapmak için sabırsızlanıyordu
Sayfa 42
Nasıl ölü bir adam ancak ölü halde görüldüğünde önem taşırsa, tarih sahnesine saçılmış yüz milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntüden başka bir şey değildir.
Sayfa 41
İşlerini yapmayı sürdürüyorlardı, yolculuklar ayarlıyorlardı ve düşünceleri vardı. Geleceği, yolculukları, ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.
Sayfa 40
11,3bin öğeden 9,7bin ile 9,7bin arasındakiler gösteriliyor.