Saat denen şu bayağılık yüzünden uyanıyorum kendimden: Toplumsal hayatın zamanın sürekliliğini hapsetmek için yarattığı manastır hayatıdır saat, soyutun içindeki sınır, bilinmezliğin içindeki huduttur.
"Sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız. Tesadüfler bile bir araya getiremeyecek. Sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek..."
İçimde öyle bir sıkıntı var ki yaşlar gözümün ucunda - ağlarken dökülen değil, tutulan yaşlar bunlar; bir ruh hastalığının yaşları, hissedilebilir bir ıstırabın değil.
Hayat istemeden çıkılan, deneysel bir yolculuktur. Zihnin maddenin içinde yaptığı bir yolculuktur ve seyahat eden zihin bize ait olduğundan, bizim de ömrümüz yolda geçer.