Kabalıktan, nezâketsizlikten, gizli-açık düşmanlıktan, terstürs konuşmalardan, zorbalıktan hoşlanmıyorum! Böyle davranacaklar lütfen beni takip etmesin ve hatta engellesin!
Arkadaşlıkla, insanca gelen hoşgeldi, sefâlar getirdi :)
Kuşçu: Yusuf'um. Sana "İyi insan ol, doğru insan ol." dediysek keskin dişli kurdu kendine saldırtacak kadar da değil. Bir kuş, bir başka kuşu tuzağa düşmüş görünce uğrunda tuzak kurulan deneğe doğru alçalmaz. Sen başkalarının felaketlerinden ders al ki başkaları senin felaketlerinden ibret almasın...
"Ya Rab bu ne derttir, derman bulunmaz,
Benim garip gönlüm aşktan usanmaz.
Âşık ki cana kaldı, âşık olmaz,
Canın terk etmeyen, maşukun bulmaz.
Âşk pazarıdır bu, canlar satılır,
Satarım canımı kimseler almaz.
Âşık, bir kişidir, bu dünya malın,
Ahiret korkusun bir pula saymaz.
Bu dünya ol ahiretten içeri,
Âşıkın yeri var, kimseler bilmez.
Yunus öldü diye sela verirler,
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez."
Yusuf: Eee söyle, ne işi var erik dalında üzümün?
Kuşçu: Herkes bundan ne anlar bilmem ama ben şöyle anlıyorum: Âşık adamın gıdası sevdiği değildir. Gıda sevmenin kendisidir. Onun için şimdilerde kendilerini âşık sananlar sevgiyle beslenmiyorlar. Ya ne ediyorlar? Sevgililerini yiyiyorlar. Âşık dediğin sevgilisini yer mi? Sevgilisini yiyen hayvandır. Onun için sevgilisini yiyenler ölür ama âşıklar yaşar. Ölen hayvandır, âşıklar ölmez.
Yusuf: ...
Kuşçu: Nereye ayaklandın hemen?
Yusuf: Bu ağır bir ders Kuşçu, biraz silkelenmem lazım.
Kuşçu: Haydi bakalım.
Ne demiş koca Yunus:
"Çıktım erik dalına, onda yedim üzümü."
Bak bak, bak hele. Erik dalında üzümün ne işi var? Sahi Yusuf'um, erik dalında üzümün ne işi var?
Kuşçu: Senin yaralı kuş nasıl?
Yusuf: İyileşeceğine inanmaya başladı.
Kuşçu: Aferin.
Kuşçu: Çok seviyorsun,
değil mi?
Yusuf: Çok! Çok ne demektir?
Kuşçu: Aferin, iyi soru.
Yusuf: Ne demektir?
Kuşçu: Kimin sevgisi büyük, seninki mi yaralı kuşunki mi?
Yusuf: ...
Kuşçu: Niye takıldın? Onun seni sevdiği kadar sen onu sevmiyorsun. He? Ne diyorsun?
Yusuf: Ne diyeyim, sen bilirsin.
Kuşçu: Sen kızdan çok, sevilmeyi seviyorsun değil mi? Eee, olur böyle. Bir zaman gelir sevmeyi de seversin. Sevilmek sevmekten daha tatlı olur o zaman.
Jem o zaman kızın ötesindeki bir şeye bakıyormuş gibi dalgınlaştı. Kızın ve koridorun ötesinde, Enstitü'nün ötesinde bir şeyler görüyormuş gibiydi. "Fiziksel olarak ne olduğunun," dedi, "erkek veya kadın, güçlü veya güçsüz, hasta veya sağlıklı, kalbindekilerle kıyaslandığında bir önemi yoktur. Eğer savaşçı ruhuna sahipsen, savaşçısındır. Bir lambanın üzerini hangi renkte, hangi biçimde, hangi tasarımda gölgeliklerle örtersen ört içindeki ateş aynı kalır. Sen o ateşsin. "
"Peki öyleyse," dedi Magnus. "Da Vinci'den iki yüz yıl önce Arap bir araştırmacı tarafından yazılmış. İnsanların hareketlerini taklit edebilecek makinelerin nasıl yapılabileceğini anlatıyor. Adamın yazdıklarında tedirgin edici bir taraf yok ama bu," Magnus parmağını sayfanın solundaki yazıların üstünde dolaştırdı," beni endişelendiriyor."
Yıllarca sen!
Yalnızlık içre bir yalnızlıkta, hüznünü, yetimliğini, kimsesizliğini iki sözcükle dillendiren sen...
Ki sen, kimbilir hangi leyli okulun bir bayram sabahı tenhalığında iplik iplik akıtan sahipsizliğin gözyaşlarını...
Sen, hayatın ilk vurgununa ilk göz açımında muhatap olmuş çocuk!
Sen bir annenin merhamet yüklü ellerinden uzak
Sevgili okur, başlangıcı olan sonucu olmayan bir hikayedir sunduğum sana. Mazisi uyku, hal'i rüya, atisi hikaye-i sevda, mekanı dünya, süresi göz açıp kapamaktan daha kısa olan bir hikaye...
Ulaşmasın benim kırgın bakışlarımdan, yüzüne bir kırgınlık; bir zorluk gibi görme beni, sana kolaylıklar taşıyan olayım; zihnine sıkıntı sayma beni, gönül serinliğine pervâne kılınayım.
Dinledin beni hislenerek, iç çekerek, ağlayarak sessiz sessiz.
Sana karşı dile gelişime, sorular sormayışıma, cevaplar istemeyişime razı oldun da, razı olmadın aramızdaki uzak yakın köprülerin yıkılmasına. Ardıçla kestanenin tekrarlana duran her yıllık mâcerâsından ilham alıp, sürdürmemi istedin imtihanımı; kuşanmamı istedin harap mezarlıklardaki ölülerin rüyasını ve mezarlarda biten otlar gibi diri tutmamı istedin umutlarımı...
O güne konulan ad, senin adındı ve bir Süleyman Mührü oldu o gün, onca sessizlik ve uzaklıktan sonra ölmüş sanılan aşkın bir ışık hüzmesinden görülüşüne...
Bununla da yetinmedim, "Dil kalbin tercümanı, yüz gönlün aynasıdır. Bu nedenledir ki, kalbinde gizlediklerin yüzünden belli olur" sözünü hatırlayıp, yüreğimden yüreğine seslenip, seni görme dileğimi duyurmak istedim sana.
Sevgili, bekledim ki, seni kuşatan kalabalıklardan, renklerinden dünya işlerinin, alemin düzenine nezaret edişlerinden biraz uzaklaşıp, bitiresin beni bitirdikçe büyüyen bu imtihanı, suretine seslenişlerimi, serzenişlerimi, sızlanışlarımı: