Evliya Çelebi'yi açıp, gelişigüzel okumaya başladım. Bir Batı Anadolu gezisini anlatıyordu: Akhisar'ı, Marmara kasabasını, sonra bir küçük köyü ve kasabanın ılıcalarını: Ilıcaların suyu insana yağ gibi cila verirmiş, kırk gün içilirse cüzamlıya da iyi gelirmiş. Sonra bir havuzu nasıl onartıp temizletip, keyifle içine girdiğini okudum. Bu havuz sefasını bir daha okudum ve Evliya'nın suç ve günah tanımayan keyfine imrendim, kendimi onun yerine koymak istedim. Sonra havuzun bir sütununa onarım tarihini de düşmüş. Sonra da, Gediz'i atla geçip gitmiş. Bütün bunları hiçbir şeyden çekinmeyen, güvenli huzurlu bir dengeyle; davuluna vuran mehtercinin sakınmasız neşesiyle yazmıştı