Pelin konuşacağı zaman biraz zorlanıyor, sıradan sesini arayıp buluyor ve o tonda konuşuyordu. Zorlandığında etrafına öylesine baktığını Sultan hemen anlıyor, sesindeki annesizliği seziyor, bir türlü dile getirememesine de hak veriyordu. Doğru bir yere çıksın diye yürünmüş bu çok uzun yolun ortasında; durmanın mı yoksa devam etmenin mi daha doğru olacağına karar vermek ne kadar da zordu.
Yürüdüğü yoldaki ağaçlar o kadar eğiliyordu ki Pelin’in zihnindeki resimlerden taşacak gibi oluyordu. […] Dönüş yolundayken “Seni bir şeyler dışarda bırakıyor,” diye fısıldıyordu Tülay. Pelin, patika yoldan tek başına yürürken neyin dışında kaldığını düşünüyordu. Kasabaya iyice yaklaşmıştı. İlkokulunun önünde, dut ağacının altında şiir ezberleyen küçük kızı gördü. Uzaktan seyretti onu. Ezberlediği şiiri tekrarladı. Unutmamıştı. Onu okuldan almaya gelen annesinin peşinden yürüdü.
“Dünya, senin için dönmeyi bıraktıysa sana bir şey söylemeye çalışıyordur,” diye başladı. “Dur, diyordur mesela biraz, sen de dur. Dur ve etrafına bak. Dünyanın insana verebileceği en kıymetli şanstır bu.”