Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ruhu Gezgin

Körlük
Ne kadar zamandır okuduğumu unuttum, o derece. Ama koştura koştura okumaktansa sindire sindire ilerlemem gerekiyordu sanırım sayfalar arasında… Şimdi son 20 sayfadayım. Ve yaklaşık 15-20 sayfa önce şunu düşündüm: bir insanın körlüğü böyle anlatabilmesi için kör olması gerekir. Şimdi cevap geldi kitaptan, kör bir yazarla tanıştı kahramanlarımız. O yazarın Saramago olduğundan adım gibi eminim. Başka türlü nasıl yazsın… Delilik!
Reklam
Körlük hk. düşünceler - 3
Peki biz de o bahsedilen körlüğe dahil değil miyiz? Yazar her ne kadar eşyaları, mekanları, olayları detaylı bir şekilde tasvir etse de, insanlara dış görünümlerine dair adlandırsa da… onları “görebilecek” kadar görmüyoruz bence. Yani okur olarak. Mesela ben bir şekilde o koğuşa düşsem, gören gözlerle, yalnızca birkaç kişiyi adlandırılışlarına göre tanıyabilirdim… Örneğin doktorun karısını ya da tek gözü kapalı yaşlı adamı, veya koyu renk gözlüklü genç kızı… Ama ilk körün karısı kimdir, gözüne uyku girmeyen kadın neyin nesidir, hele ki “kim olduğu belli olmayan kadın” kimlerdendir bilemem… Elbette bu, yazarın bize verdiği/vermediği açıklamalardan kaynaklanıyor. Ama onun göstermediklerine, körüm. Bu hissi sevdim.
Körlük hk. düşünceler - 2
Bir de şu kitapta en çok sevdiğim şey, yani en başından beri, biz kimiz sorusunun ele alınış şekli… İsmimiz olmadan biz kimiz? Falancanın kızı, falancanın oğlu olmadan? Bizi görünür/görünmez kılan şeyler neler? Mesela doktorun karısı, koyu renk gözlüklü kız, ilk körün karısı… Biz elbette isimsiz de varız, içimizde bizi biz yapan hisler, görüşler, tecrübeler mevcut. Ama isim, işte isim, bütün bu saydıklarımın ve daha fazlasının çerçevesi. Sanki o çerçeve olmasa, her şey bir anda dışarı sızacak, hiçbir unsuru yan yana, üst üste dizemeyeceğiz, bu vücudun kalıplarına sığdıramayacağız gibi. İsimsiz kimlikler ne kadar mümkün?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Körlük hk. düşünceler
Kitabın ortalarına doğru artık şöyle bir his yoğunlaştı içimde (bunun somut bir gözleme dönüşebilmesi için ilk sayfaları yeniden okumam gerekiyor): yazar da zamanla körleşiyor / kendi görme yetisini yitiriyor. Çünkü en başlarda hikayeyi anlatan kişi o iken, zamanla bir çok şeyi Doktorun eşinin gözü üzerinden görüyoruz. O ne görüyorsa, onun gözünden anlatılıyor bir nevi. Malum, hikayenin bu kısmına kadar o koğuşlardaki tek gören kişi de o; ancak zamanla yazar kendini çok sıradan ifadelerle hikayeye dahil ediyor (1. çoğul şahıs üzerinden). Örn. S. 116: bakalım; kabul etmeliyiz vb. Başlarda her şeyi “gören”, bilen bir yazar varken, yavaş yavaş o da hikayeye sızıyor sanki. Ki böyle olma ihtimali hem garip, hem eğlenceli geliyor bana, zira yazarın dehasını sessizce hissettirmek istemesi ona yakışır bir hamle olurdu en nihayetinde.