Seyirciler, heyecanlı olsun,
komik olsun, sahnedekileri kendi günlük hayatlarından gizemli bir biçimde daha
gerçekmiş gibi görüyorlardı. Başka gerçeği izlemeyi seviyorlardı.
Karanlıkta ışığın parlıyor.
Nereden geliyor, bilmiyorum.
Çok yakındaymış gibi görünüyor, oysa o kadar uzak ki.
Bilmiyorum, adın ne.
Ne olursan ol;
Parla, parla küçük yıldız!
'Neredeyse varlığınız hissedilmiyor' demek isterim. Diğer yandan kim olduğunuz da hissedilmiyor. Belki kendiniz de bunu yeterince hissedemiyorsunuzdur. Sanırım... Siz özünüzü henüz bulamadınız, daha doğrusu özünüz henüz sizi bulamadı.
Ben iyileşmeye inanmıyorum. Her insanın bir takıntısı vardır ya da en azından takıntılı olmaya müsait genleri vardır ve bunlar herhangi bir yerlerde kendini gösterme dürtüsüyle hareket eder, ama bu dürtüyü kesip atmak mümkün değildir, kendini boşluğa yansıtma arzusu olan bu aptal dürtü ancak başka yönlere kaydırılabilir.
Temelden birbirimizden farklıyız. Tüm dünya bizi ayrı yere koyuyor, mekânsal olarak düşünüldüğünde benden yalnızca yedi sokak ötede otursa da. O, nedeni bildiği takdirde takıntısının ne olduğu ve nereden geldiği söylendiğinde o insanın iyileştirilebileceğini düşünüyor. Freud insanları hastalıklarının temeline götürmek istiyor, ben ise onları bu temelden uzaklaştırmak istiyorum. Bana göre insana daha zararsız başka bir takıntı vermek daha iyidir. Ben gerçeğin insana yardım edeceğine inanmıyorum. Tam tersine ona bir tutku vermek gerekiyor, kendi kendini yememesi için dört elle sarılabileceği bir tutku.
Ben... Benim bütün sırrım huzursuzluğumu fazla çalışarak bastırmaktır. Bunu da çok şeyle uğraşarak başarıyorum. Bir şeylerle meşgul olmam gerekiyor. Yalnızca meşgul olduğum zaman bu huzursuzluk hali geçiyor. O zaman korkmama gerek kalmıyor. Çünkü yalnızlık korkusu zehirden beterdir.