Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Serkan yazan

Serkan yazan
@Serkan015601
3 okur puanı
Kasım 2023 tarihinde katıldı
İnsan, öğrenen hayvandır. -Konfüçyus İnsan, araştıran hayvandır. -Thales İnsan, sorgulayan hayvandır. -Sokrates İnsan, konuşan hayvandır. -Descartes İnsan, düpedüz hayvandır. -Nietzsche
Reklam
Yaşarken anlaşılmak Yusuf Atılgan'ın 1980'lerde Oğuz Atay'ı kaybettikten sonra yazdığı bir yazı var, diyor ki; "Günlerden bir gün bir paket geldi bana, açtım içinden bir kitap çıktı, "Tutunamayanlar" kitap imzalıydı ve içinde de şöyle bir yazı vardı. "İlgileneceğinizi umarak.." Yusuf Atılgan kitabı okur,
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında; “Yaratacak ne kalırdı geriye, tanrılar var olsaydı?” diye yazdı. Dostoyevski Karamazov Kardeşler kitabında; “Tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi.” diye yazdı. Mihail Bakunin Tanrı ve Devlet kitabında; “Voltaire’nin sözünü tersine çevirerek diyorum ki, eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmek gerekir.” diye yazdı. Albert Camus bir denemesinde; “Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar yeter onu bulmaya.” diye yazdı. Sartre Baudelaire* kitabında; “Tanrı hükmedebilmek için, var olması bile gerekmeyen tek varlıktır.” diye yazdı. Freud Bir Yanılsamanın Geleceği kitabında; “Çocukluktaki aciziyet durumu ve ‘koruyucu baba’ ihtiyacı, yetişkinlikte Tanrı ihtiyacına dönen bir yanılsama olarak tezahür etmektedir.” diye yazdı. Michelangelo’da Ademin Yaratılışı adlı ünlü freski ile; “Tanrı bizi yaratmadı, beynimiz ve hayal gücümüz ile biz onu yarattık” demeye çalıştı. Tüm bunları bir yana koyarsak, varılan tüm yargılardan tüm sonuçlardan ziyade benim asıl ilgimi çeken şey Søren Kierkegaard’ın şu sorusu oldu: “Tanrı, benimle ne kastetmiş olabilir?”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
" Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı ama siz yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz. "
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir? Tolstoy
Reklam
Albert Camus Sisiphos Söyleninin de "herkes kendi yükünü yeniden bulur" diyor. Ne kadar haklı. Nietzsche tüm kalıplarımı yıkarak, “ahlak” denen şeyin, yalnızca toplumsal bir sözleşme olduğunu anlattı bana. Platon Mağara Alegorisinde; düz bir duvara baktığımızı, gördüğümüz şeylerin gerçekliğin çok az bir kısmını oluşturduğunu sertçe vurdu yüzüme. Freud ilkel benliğimizde meydana gelen içgüdüsel istekleri topluma kabul ettirmek için EGO’muzda meydana gelen toplumsal değerlerin evrimini anlattı ve aşk dediğimiz şeyin cinsel içgüdülerden kaynaklandığını fakat bu içgüdüyü topluma kabul ettirmek için “aşk” terimini icat ettiğimizi söyledi. Carl Sagan R faktöründen bahsettiğinde hepimizin timsah olduğunu, insanoğlunun sudan karaya çıktığını ve beyin kökünde hâlâ sürüngen şiddetinin izleri bulunduğunu ve bu yüzden de bölgemizi korumak için şiddet kullanmaya eğilimli olduğumuzu söyledi. Milan Kundera da Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabında zamanın döngüsel olduğunu kabul ettiği takdirde Hitlere olan nefretinin asla geçemeyeceğini söyledi. Çünkü zaman döngüsel ise eylemlerimiz sonsuza dek kendini tekrar ederdi ve Hitler de soykırımı defalarca yapmış ve yapacak olurdu. Kundera da Nietzsche gibi “Tekrarlanmasından korkmayacağın bir hayat yaşa o halde” dedi. Nietzsche haklı çıktı,kendi dertlerimizi kendimiz bulmuş olduk. Yeniden.
“Okumaktan başka yapacak işim, gidecek tek yerim yoktu, çünkü çevremde saygıya layık, beni kendine çekebilecek bir meşguliyet bulamıyordum.” Dostoyevski
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de hiç yıldızım olmadı. İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam? Azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna! Dünya,ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önceki havayı andırıyordu. Hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar. Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! Artık hiçbir şeye inanmıyorum. Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler. Yalnız ölüm yalan söylemez! Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. Sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice çürüyen ruhlar vardır. Nedir günler, nedir aylar? Benim için önemi yok.
Aslında insanın canını en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” Geç kalmadan, henüz vakit varken ve yaşanması mümkünken yaşanmalı her şey. Yarın geç olması ile meşhurdur.
Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır. (Friedrich Nietzsche)
Reklam
Bozkırda azgın bir canavara yakalanan yolcuyla ilgili çok uzun zamandır anlatılan bir doğu masalı vardır. Yolcu canavardan kaçıp kurtularak suyu çekilmiş bir kuyuya girer, ama kuyunun dibinde onu yemek için ağzını açmış bekleyen bir ejderha görür. Azgın canavara yakalanıp ölmemek için yukarı tırmanmaya da ejderha tarafından yutulmamak için kuyunun dibine atlamaya da cesaret edemeyen talihsiz adam, kuyunun duvarındaki yarıklarda bitmiş yabani bir çalının dallarına tutunup öylece kalır. Elleri gevşemeye başlar ve kısa bir süre sonra her iki tarafta da bekleyen ölüme teslim olacağını hisseder; fakat hala tutunmaktadır bu arada da etrafına bakınmaktadır ve tutunduğu çalının gövdesinin çevresinde düzgün adımlarla dolaşan biri siyah, biri beyaz iki farenin çalının gövdesini kemirdiklerini görür. Çalı kendiliğinden kırılıp kopmak, o da ejderhanın ağzına düşmek üzeredir. Yolcu bunu görür ve ölümden kaçamayacağını bilir; ancak asılı durumdayken çevresine bakınır ve çalının yapraklarının üstünde bal damlaları bulur, dilini uzatarak onları yalar. İşte ben de beni paramparça etmeye hazır ölüm ejderhasının kesinlikle beklediğini bile bile yaşamın dallarına aynı bu şekilde tutunuyorum ve bu azap verici duruma neden düştüğümü anlayamıyorum. Daha önce içimi açan balı emmeye çalışıyorum; ancak bu bal beni artık mutlu etmiyor, beyaz ve siyah fareler, yani gündüz ve gece tutunduğum dali kemiriyor. Ejderhayı apaçık görüyorum ve bal artık bana tatlı gelmiyor. Sadece elinden kaçamayacağım ejderhayla fareleri görüyorum ve gözlerimi onlardan ayıramıyorum. Ve bu bir masal değil gerçek, yadsınamaz, herkesin anlayacağı bir gerçek. ~İtiraf
172 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.