Bir çalılığın içine çırılçıplak düşmüş gibiyim. Her yanım öyle diken diken. Bir dakika sonra, artık ne yapacağımı bilmiyordum. İntihar edilen an, bu an mıdır ? Bundan fena bir saat olabilir mi ? Istırap çekmeyi severim. Fakat, bu ıstırabın sevimli hiçbir tarafı yok; çünkü bu, bir felaketin mahsulü değildir. Bu, rezil olmuş bir adamın ıstırabıdır. Utanç, bir yarasa gibi yüze yapışır ve alnımızın ortasından kanımızı emmeye başlar. Vücut o kadar zaafa düşer ki, adeta bir posa halini alır. Pespaye ve sefil bir şey olur. Onun için utanmak, kendi kendinden nefret etmenin eşitidir. İnsan şöyle bir anında intihar etmez de ne vakit eder ? Zaten, kokmuş, çürümüş gibiyizdir. Biz, ancak toprağın altında yer bulabiliriz. Bizi, ancak toprak paklar. Toprak paklar mı ?
Sömürgecilik ne düşünen bir makine ne de muhakeme yeteneği olan bir bedendir. Sömürgecilik çıplak şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetle karşılaştığında boyun eğer.
Alfred Adler, yetişkinliklerinde toplumsal sorumluluklarını yerine getirmede sorunla karşılaşacak çocukları üç gruba ayırır: Yetersiz organlarla dünyaya gelen, bebeklik döneminde çeşitli hastalıklar geçiren, değişik nedenlerle güçsüz kalanlar birinci gruptur. İkinci grup, şımartılmış, istekleri çevresi tarafından kanun gözüyle bakılan çocuklardır. Üçüncü grubu ise, sevginin ve toplumsallığın ne olduğunu öğrenme fırsatı bulamamış, dünyayı düşman olarak gören ihmal edilmiş çocuklar oluşturur.
Sosyolojinin duayeni Bauman, modernliği, mükemmeliyete yapılan bir yolculuk, acımasız bir düzen ve kontrol arayışı olarak tanımlıyor. Mükemmeliyete ulaşma çabası, mükemmel bir tabloda yeri olmayan sayısız varlığın bertaraf edilmesini gerektirdiğinden, modernlik, aynı zamanda bir yıkım çağı oldu. "Kısa yüzyıl" da denilen 1914-1989 arası dönem, mükemmellik rüyasının neden olduğu vahşetlerle doluydu. Mükemmellik için vahşet, Nazi ve Komünist girişimlerde doruğa çıktı.
İnsanlar dinleri yüzünden eziyet gördüğünde, derilerinin rengi ya da yamalı giysileri veya şivesi yüzünden aşağılandığı ya da alaya alındığında bunu unutmazlar.
Gerçek entelektüeller en çok metafizik tutkunun, çıkar gözetmeyen adalet ve hakikat ilkelerinin etkisiyle yozlaşmayı mahkum ettikleri, zayıfları savundukları, kusurlu ya da baskıcı otoriteye meydan okudukları zaman kendileri olurlar.
Hayatın hiçbir şeyi karşılıksız vermeyeceğini ve kaderin elinden teslim alınan her şeyin gizli bir yerinde bir bedelin yazılı olduğunu bilemeyecek kadar gençti henüz.
Bir akşam Zaur sarhoştu, hayır sarhoş değil, çakırkeyifti. Tehmine'ye, "Sen," demişti. "Kirpiklerini kaldırırken, insanlık tarihinde yeni bir sayfa açılıyor sanki."