Oldukça kolay okunabilen, akıcı bir roman. Konu 1920’ li yıllarda Manisa ve civarında geçiyor. Yunan işgallerinin başladığı, vatanın kurtuluşu için cemiyetlerinin kurulduğu dönemde köy yaşamı, çiftlik hayatı, yunan işgaline karşı koymak için oluşturulan çeteler anlatılmıştır.
Kitap yazar vefat ettiği için yarım kalmış bir romandır. Kitabın bitiminde yarım kalmışlık hissi bence hissediliyor. Yarım kalmış haliyle bu kadar başarılıyken tamamlanmış roman olsa nasıl muazzam olurdu kim bilir.
CanistanYusuf Atılgan · Can Yayınları · 20174,332 okunma
Kitabın ilk 20 sayfasını okuyunca bırakmak istedim. Karakterlerin meslekleri, kişilik özellikleri hakkındaki tahliller ve karakterlerin birbirleri arasında ki ilişkiye dair anlatımlar bir noktadan sonra kitabı sıkıcı hale getirmiş diye düşünüyorum.
Kitabın konusuna gelelim. Profesör Andersen noel akşamı evinin penceresinden karşı pencerede işlenen bir cinayete tanık olur. Bu cümle kitabın akışının polisiye yönünde olacağını düşündürmesin. Bazı satırları okurken heyecanlanıp işte şimdi bir cinayet romanı oldu dedim fakat hemen sonrasında Profesör Andersen cinayeti ihbar etmeme nedeniyle ilgili derin tahlillerine geri döndü.
Kitap boyunca Andersen’in cinayeti ihbar etmeme nedenini, kendi iç çatışmalarını okuyacaksınız. Karakterimiz edebiyat profesörü olduğu için yer yer edebi sohbetlere tanık olacaksınız ve bu da kitabı benim için okunulur kılan tek faktör oldu. Sabırlıysanız ve kitabın yavaş gitmesi sizin için problem değilse okunabilir bir kitap.
Kitabın başlarında Umut’un hikayesi beni çok etkilemişti. Amansız hastalığı, öleceği tarihi bilmesi ve hayatını Sophie’nin üç belirtisine göre şekillendirmesi ilgi çekiciydi. Sonra Sanem ile yollarının kesişmesiyle kitaba bakışım değişti. Sanem’in hikayesi de acılarla dolu. Sanem için çaresiz mi diyorum ama değil. Sanem elinden alınan hayatı geri alma gücünü kendisinde hissetmeyerek hayatına başkalarından çok daha fazla zarar veriyor. Kitabın ana karakteri Umut isimli karakterdir. Ama kitabın bütününde beni en çok etkileyen Sanem olduğu için incelememi onun üzerinden yapacağım.
Sanem çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını aile içerisinde ki travmalarla geçirmiştir. Yaşadıkları onu kendi kimliğiyle hayata devam etmekten uzaklaştırmıştır. Hayata devam edebilmek için kendisine farklı isimler verdiği farklı hikayelerle yaşantılar oluşturmuştur. Sanem’in girdiği ortamlara özel oluşturduğu kimlikleriyle aslında kendi özünü tanıma çabası içinde olduğunu düşünüyorum.
Sanem bir gün “Belki de ben diye bir şey yok diyorum, belki hiç kimse için yok. “ diyerek aslında kimliksizliğin onu yaşama bağladığını ve hiçbir zaman bir yere ait olamayacağını, gerçek Sanem olamayacağını kabul eder.
İkinci Dünya Savaşını sömürge toplumlarının cephesinden okuma fırsatını bu kitapla elde ettim. Fransız bir genç kız ve Fransa için savaşan Faslı bir askerin aşkıyla hikayemiz başlar. Bu aşk genç kızı Fas’a sürükler ve bundan sonra ki hayatı burada geçer. Her ne kadar savaş Fransada ki yaşam koşullarını olumsuz etkilemiş olsa da kültür olarak rahat
Bazı hikâyeler vardır toplumun görmekten korktuğu, yok sayarsa hiç olmamış olacağını düşündüğü. Bu kitap o yaşanmış hikayelerden oluşuyor. Gerçekler yüzünüze öyle bir çarpıyor ki o yok sayılan kişilerle yüzleşiyorsunuz sanki.
Beni çok etkileyen bir kitap oldu. Haznenize anlamlı şeyler katmanızı tavsiye edeceğim bir kitap.