Bir daha hiç böyle yürümedik. Oslo'ya geri döndüğümüzde annem yeniden yeniden ağırlığının içine gömüldü ve yaşamının sonuna kadar orada kaldı. Ama Karlstad'da o gün sokakta kol kola yürümüştük. Yeni takım elbisem üzerime tam olmuyor, attığım her adımda sanki üzerimde hiçbir şey yokmuş gibi hareketlerime uyum sağlıyordu. Evlerin arasından esen nehir rüzgârı hâlâ buz gibiydi, elimi sımsıkı yumruk yaptığım zaman avucuma batırdığım tırnaklarım yüzünden elim şişmişti, acıyordu ama yine de tam o anda her şey harika geliyordu bana; takım elbisem güzeldi, bu şehrin parke taşlı kaldırımlarında yürümek güzeldi. Canımızın ne zaman acıyacağına gerçekten kendimiz karar veririz.
İnzivaya çekilmiş bir adamın geçmişteki anılara dönüp kendince tamamlayamadığı meseleleri dile getirmeye çalışmasına tanık oluyoruz. Kendi seçtiği bir hayatı vardır. Kentten uzaktır, mutludur güya ama anı dediğimiz bazen hafızayla bir bela gibi bize musallat olan bazı olaylar daha doğrusu çocukken yaşadığı bazı dönemler tekrardan onu meşgul etmeye başlar. Bundan sonra kaçamayacaktır. Yüzleşme vakti gelmiştir ve bu yüzleşme bize çok hoş bir anlatı sunmaya başlar. Yazarın sade bir dili ve anlatımı var. Yer yer gündelik hayata dair ince dokunuşlar görüyoruz. Genelde bana okunup okunmaması konusunda fikrimi soran arkadaşlara kendisiyle bir mücadele veren karakterleri okumak isterseniz size göre derim. Yoksa toplumsal ve belli bir sırayla giden olaylar zincirine dair bir kitap arıyorsanız size göre değil.