Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nur Efşan

Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsız tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sâni' olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kadir olamaz. Mistardır, masdar olamaz. (Lem'alar 186.sh - Risale-i Nur)
Sayfa 186
Reklam
Müslümanlıkta hakikaten kadın, ne Doğunun; ne de Batının erişemediği son derece muhterem bir mevkie erişmiştir, sahiptir, yerleştirilmiştir.
Efendim bir Müslüman hanımı, iktisadî hayatta çalışabilir, çalışır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
insanlar hep başkalarına yardım etmek için içlerinde manevî bîr imkâna, manevi bir kuvvete sahip olurlarsa böyle bir sosyal düzende hiç şüphesiz mutlak saadet meydana gelir.
Müslümanlık daima manevî hedefleri maddî hedeflerin üzerine yerleştirmek suretiyle hakikî adaleti, hakiki nizamı ihya etmiş, ihdas etmiştir.
Reklam
İslâm sistemi batı rejiminin mahzurlu taraflarını ortadan kaldırıp, kapitalizmin erişemediği ulvî gayeyi kendi ölçüleriyle manevî kuvvetlerden faydalanarak ihdas etmek imkânını bulmuş bir sistemdir.
Yine Müslümanlıkta «Ekâsibu habibullah» buyurulmuştur. Çalışanı Allah sever, çalışan Allah'ın sevgilisidir, denilmiştir. Binaenaleyh Müslüman behamahal çalışmak, bir istihsal yapmak ve iktisadî bakımdan faydalı bir unsur olmakla görevlidir.
Müslümanlığın iktisadî sistemi maddiyata hürmetkardır.
Müslümanlık İki kanatlıdır, daima maddiyatla maneviyatı birbirine paralel yürütmüştür.
Bugün şu anda yeryüzünde, iktisadî sistemiyle, sosyal sistemiyle ve dünya görüşüyle tam manası ile yerleşmiş bir İslâm alemi yoktur.
Reklam
Bu İki sistemi, bu İki tabloyu belirttikten sonra hiç şüphesiz hepiniz simdi, peki öyleyse hakikî saadet, kadının hakikî yeri, nerededir diye merak etmeye başladınız. Bu merakınızı gidermek için hemen belirteyim ki kadının hakiki yeri Müslümanlıktır.
Binaenaleyh a'male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin: قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ (Mesnevi-i Nuriye 65.sh - Risale-i Nur)
Sayfa 65
Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hattâ bir bahtiyar mazlum i'dam olunurken bedbaht zalimlere demiş: "Ben i'dam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi i'dam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum." Lâ ilahe illallah diyerek sürur ile teslim-i ruh eder. (Asâ-yı Mûsa 26.sh - Risale-i Nur)
Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz. (Asâ-yı Mûsa 23.sh - Risale-i Nur)
Madem hakikat budur. Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazan bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir. (Asâ-yı Mûsa 22.sh - Risale-i Nur)
Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur'an olarak çok kat'î âyâtıyla bütün semavî kitablar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar. (Asâ-yı Mûsa 22.sh - Risale-i Nur)
Reklam
Gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarfetse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar. (Asâ-yı Mûsa 22.sh - Risale-i Nur)
biz Risale-i Nur şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır (Asâ-yı Mûsa 21.sh - Risale-i Nur)
Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? (Asâ-yı Mûsa 21.sh - Risale-i Nur)
Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhâssa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek. (Asâ-yı Mûsa 20.sh - Risale-i Nur)
Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlahiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. (Asâ-yı Mûsa 18.sh - Risale-i Nur)
İman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar; o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur (Asâ-yı Mûsa 18.sh - Risale-i Nur)
Reklam
Demek hakikî ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve iman ile olabilir. (Asâ-yı Mûsa 17.sh - Risale-i Nur)
Evet gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasılki bu yaz ve güzün âhiri kıştır. Öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. (Asâ-yı Mûsa 16.sh - Risale-i Nur)
Risale-i Nur'un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir, belki muzır kısmınadır. Çünki felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemalât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Kur'anın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor. (Asâ-yı Mûsa 6.sh - Risale-i Nur)