“oysa odanda dünya var senin, dışarıda bütün ihtimaller ile ben.
ve sandım ki diyebileceğim sana;
göğünü elinden alan bir şehrin
zemin kat ve mutfaklarından tiksinirken bana eşlik edersen
sana söz,
sana bir daha söz
aşık olacağız memur değil.”
“İstanbul'u sormasan ya
çare yok soracaksın
bu kan tükürmek istediğim haliç demişsin
bu evrenlere yuf çekmiş bir zehir zıkkım sevda
bu geçmişi kandilli Beyoğlu cumaları demişsin
yani sen İstanbul demiş yıkılmışsın
İstanbul sana yıkılmış...”
Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık...
"Izdırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar."
"sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne."
"İşin en acıklı yanı da şu kısım: Bir daha dünyaya gelsem gene aynı yollardan yürüyeceğimi biliyorum. Tuhaf bir durum bu. Acı çekmeye gönüllü olmak, ruhunu o işten alamamak. Bu bana hem keder verdi hem mutluluk. Benim adım niye Nâzım? Seninki Piraye. Niye?"