Bir bahara geçiş serüveninde, takıp takıştırma sırası ağaçlara geldi. Öyle de olsa hiçbiri buna yeltenmek istemiyor gibi. Çünkü ölüme ölüm doğdu ve karanlık, beldelerin yelpazesi oldu... Namümkün olan her şey bir anda çepeçevre kuşattı. Bitmiş mi?.. Hayır!.. Sanıldığının aksine mevsimler hiç de dinç değil, onlar yorgun ve yaşlanmış. Koruyup kollamak isterken birbirini, insanoğlunun gazabına uğramaktan öteye gidemiyorlar. Ve insan, ne yaman bir çelişki... Doğruyla yanlışı bir arada bulunduracak kadar sağır ve vurdumduymaz. Gerçeği görmezden gelecek kadar körlüğe alışmış, hissiz ve boş... Yaratılışa dair en büyük sorunun temeli, maddesi, öznesi ve daha bilmem kaç şeyi... Anlamlandırırken kendini, somut olan her şeyin dostuyken soyut olanın düşmanı... Yorgunluğun, kaosun, savaşın, kan ve gözyaşının yaratıcısı... İnsanoğlu... Mümkünlerin namümkünü, küskünlüğün üstadı, başlangıç ve sonun yazarı, yazanı... Katili... Evet katili... Zamanın, mekanın, doğanın, mevsimin, toprağın... Benim, senin, bizim ve olmayanların... Ellerini kızıla boyamış, korkunç ve acımasız ama masum rolünde bir baş usta... Kendine zarar, kibrine köle, dünyaya zindan... Bitmek bilmeyen ego savaşının gösterilebilecek en iyi tiyatro eseri... Başyapıt... Saf... Kelimenin tam anlamıyla saf bir başyapıt... Bu da, onun eseri... Yorgun, bitkin, tükenmiş ve yaşamının son saniyelerini yaşayan dünya... Tam bir şaheser tadında... Bitiş, yokoluş, düzensizlik ve mutsuzluğun son perdesi... Final... Yazılabilmiş en kapsamlı kitap... Baş kahramanı da, yokluğu benimsemiş bir katil, katiller ordusu...