Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ulan!

Ulan!
@ahvaliefkar
eğer ben hiç isem o halde bu figân nedir?
Sabitlenmiş gönderi
Dîvâne ra kalem nist. Hû!
Reklam
Ebul-Muin en-Nesefi diyor ki: "Deriz ki, inançlara gelince: Diyanet sahiplerine göre, bunlar 5 esasa ayrılır: 1. Allah'a iman. 2. Meleklerine iman. 3. Kitaplarına iman. 4. Peygamberlerine iman. 5. Ahiret gününe iman. İbadetler de ona göre 5 esasa ayrılır: 1. Namaz. 2. Zekât. 3. Oruç 4. Cihad. 5. Hac." (Nesefi, Tabsıratu'l-Edille II, 92)

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
وَكُلُّ إِنْسَانٍ الْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ "Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık." (İsra' 17:13) İradeyi insana kader kılan Allah'tır. Allah insanın dilemesini dilemese, insan dileyemezdi. Fakat Allah insanın dilemesini dilemiş, bunu dilediğini de irade vererek göstermiştir. O saatten sonra iradenin sorumluluğunu inkâr etmek, Allah'ın dileğini reddetmek, yani kaderi inkâr etmek anlamına gelir.
El-Basrî diyor ki: "Allah'ın kitabına dayanmayan her görüş bir sapmadır". Onun bu sözü, Kur'an'ın "Haktan sonra dalaletten başka ne vardır?" (Yûnus 10:32) ayetini hatırlatır.
Reklam
Efendimizin etrafında insan çoktu, ama o insan kıtlığı çekiyordu. İçini döktüğü bir seferinde, bu acı gerçeği şöyle dile getirmişti: "İnsanlar da develer gibidir; bazen yüz tanesini bir arada bulursunuz da, binebilecek bir tane bulamayabilirsiniz."
İstitrad: Sahte sorular cevabı zehirler. Sorun çözmezler, sorun üretirler. Bu tür sahte sorulardan biri de şudur. "Allah onun öyle olacağımı yapacağım önceden bilmiyor muydu?" Bu sahte soruyu soran bir akla şu soruyu sormak lazım: Sen Allah'ı bilgisine mahkûm ve mecbur mu zanne diyorsun? Allah'ı kendi ilmine mahküm ve mecbur sanan, Allah'ı aciz sanıyor demektir. Sen Allah'a acziyet mi isnat ediyorsun? Bu sahte soruyu soran aklın sahibine kurduğu üç tuzak var. 1. Zamansız ve mekânsız mutlak ilahi bilgiyi, zaman ve mekânla mukayyet kendi bilgisiyle karıştırmak; dolayısıyla, Allah'ı -hâşa- kendisi zannetmek. 2. Allah'ı ilahi bilgiye mahkûm ve mecbur zannedip, O'na acziyet isnat etmek. 3. Allah'ın "her an varlığa müdahil" ve "her an yeniden yaratan" bir Hallâk olduğunu; iradeyle mes'ul tuttuğu kulu, önceden belirlenmiş davranışlara mecbur tutmayacağını unutmak.
Hz. Ömer'in kader anlayışını Kur'an inşa etmişti: Buhâri ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir olay naklederler. Halife Hz. Ömer, Şam'ın fethini kutlamak ve İslam ordularını denetlemek için yola çıkar. Öğrenir ki ordugâhta veba salgını vardır. Hz. Ömer beraberindeki insanlara seslenerek, "Ben hayvanımın üstünde sabahlayacağım, siz de öyle yapın" der. Ordu komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, eski tasavvurun tortusuyla; "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye sorar. Hz. Ömer, "Keşke bu sözü senden başkası söyleseydi!" diyerek, bu büyük sahabiye böyle bir yaklaşımı yakıştıramadığını ifade eder. Ardından bu düşüncesini reddeden ve kader mesele sine nasıl bakılması gerektiğini öğreten bir cevap verir. "Evet, Allah'ın kaderinden, yine Allah'ın kaderine kaçıyorum."
Doğrusu biz, Allah'ın emrini tutan, hikmetini gözeten, Rasulullahın (s.l.a.m. ve âlihi) sünnetini tatbik eden selefe yetiştik. Onlar hakkı inkar etmiyorlar, batılı da haklı çıkarmıyorlardı. Onlar Rabbin Zatına nisbet ettiği şeyler dışında, herhangi bir şeyi Rabbe nisbet etmiyorlardı. Onlar, Allah'ın kullarına karşı, O'nun Kitabında getirdiği delillerden başka delil getirmiyorlardı.
"Hasan el-Basrî dedi ki: Muaviye'nin dört işi var ki, onda bu dörtten yalnızca biri olsa dahi, o bile onu helak etmeye yeterdi لو لم يكن فيه منهن إلا واحدة لكانت موبقة 1. O ümmetin üzerindeki hâkimiyetini şûrâ yerine kılıç ve zorbalıkla elde etti. 2. Oğlunu veliaht tayin etti. Oysa kendisi Yezid'in ayyaş, hafifmeşrep, ipek giyip âlem yapan biri olduğunu biliyordu. 3. Nebi'nin hükmüne rağmen, haram bir işi irtikab ederek Sümeyye'nin oğlu Ziyad'ı nesebine katıp devlet memurluklarını akrabalarıyla doldurdu. 4. Hucr b. Adiy ve arkadaşlarını katletti."
Reklam
O, Kur'an okuyanları üç sınıfa ayırıyordu: 1. Maddi çıkar karşılığı okuyanlar. 2. Tecvid ile okumaya özen gösterip de, okudukları ile amel etmeyenler. 3. Kur'an üzerinde derin derin düşünerek, o çeşmeden kana kana içenler.
Onu yakından tanıyan Yunus b. Ubeyd'in şu şahitliği, umarım benim gibi sizin de içinize oturur: "Hasan'ın namaz kılarken diz çökmüş hali, geriden adeta cellâdın kılıcının önüne başını uzatmış bir idamlığın halini andırırdı. Cehennem sanki başkası için değil de, sadece onun için yaratılmıştı."
Onun takva tarifi de özgündür. Ona göre takvanın üç derecesi vardır: 1. Gazap halinde bile hakkı konuşmak. 2. Azaları kontrol altında tutarak haramlardan kaçınmak. 3. Her yaptığın işte Allah'ın rızasını gözetmek.
İmam el-Basrî, İslam'ı bir ibadet dini olarak değil, ubudiyyet/kulluk dini olarak algıladı. İbnu'l-Cevzi el-Basrî'ye dair eserinde onun şu sözünü nakleder: "Din kardeşimin bir ihtiyacını gidermek, benim için bir ay itikâfa çekilmekten hayırlıdır". Bu, takva ehlini ruhbandan, takvayı ruhbanlıktan ayıran hassas çizgiydi.
Her türlü mezhebi ve meşrebi mülahazanın ötesinden bakacak olursak: Hasan el-Basrî, İslam tefekkürünün kurucu isimlerinden biridir. Seçkin sahabilerin ahlak ve aklını kâmil manada temsil eden bir örnektir. O, kendi selefleriyle halefleri arasında sadık bir köprü oldu. Kur'an ile inşa olmuş bir akıl nasıl çalışır, onun canlı timsali oldu. Zamanının ceberut yöneticisine karşı kaleme aldığı Kader Risalesi'nde, ahlaki sorumluluk üzerinden hür iradeyi korkusuzca savundu. Bunu yaparken tek ölçüsü vardı: Vahiy. O diyordu ki: "Allah'ın sözü karanlığa nisbetle ışık, ölüme nisbetle hayat gibidir.
Onun Kader Risalesi, vahiyden başka hiçbir damgayı kabul etmeyecek kadar Kur'anidir. O İslam'ın temel prensiplerini tehlike altında görmüş, Cahiliyye kaderciliğini hortlatan yöneticilerin, ahlaki mükellefiyetin altını oyduğunu hissetmiş, ilahi emir ve yasakları, ödül ve cezayı ve nihayet ahireti boşa çıkaran bir kaderciliğin, Kur'an'ın ümmete kazandırdığı ahlaki değerleri sıfırlayacağını fark etmiştir. Risale, işte bu fark edişin çağları aşan çığlığıdır.
1.519 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.