Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Felsefe:Yaşam Bilgisi
"...Herşeyden önce:Neye yarar felsefe?Şu bizi kuşatan insanları,tek tek ve toplu olarak soru(n)larını, bizi kuşatan ve başkalarını kuşattığını öğrendiğimiz olguları anlamamızı sağlamadıktan sonra neye yarayabilir felsefe? Doğrusu bu ya: Felsefenin dışından soruyorum bu soruyu.Ama,sık sık başvurma durumunda kaldığım felsefi gövde,herhangi bir
Sayfa 203 - Ark YayıneviKitabı okudu
Ruh evreni bilgece ve adil biçimde yönetir ama evreni idare ederken sergilediği bilgelik, kendi doğasından değil, dışarıdan gelir. Maddi dünya­ dan gelemez çünkü maddi dünyadaki şeyleri o şekillendirmiştir. Doğayı, aklın etkinlikleri için model ya da kalıp oluşturan İdealarla ilişkili hale getirecek olan bir şeyden gelmiş olmalıdır. Bu da evren-aklından ya da Akıldan başkası olamaz.
Sayfa 353Kitabı okudu
Reklam
Plotinos'un teolojik sisteminin etkileyici olduğu kuşku götürmez. Ama bizi böyle bir sistemi kabl.11 etmeye ikna etmek için nasıl bir gerekçe sun­ muş olabilir diye sorabilirsiniz. Bunu anlamak için, sistemi yukarıdan aşa­ ğıya değil de, aşağıdan yukarıya doğru incelememiz gerek. İşe Birle değil, varlığın en uç sının olan maddeyle
Sayfa 352Kitabı okudu
Bir, Parmenides'teki Birin ve Devlet'teki İyi İdeasının bir mahsulüdür. Parmenides diyalogundaki paradokslar, 'güç ve paye bakımından varlığın dahi ötesinde olan' ve hiçbir şekilde dile getirilemeyen bir hakikate (İyi İdeası gibi) yönelik anıştırmalar olarak görülmüşlerdir. Platon ve Plotinos açısından buradaki Birin, doğal
Sayfa 348Kitabı okudu
Quintus, deneyimden devşirdiği bütün bu örnekleri, Stoacılar tarafın­ dan otaya konan a priori bir savla gerekçelendirir. Eğer tanrılar geleceği biliyorlarsa ve bunu bize söylemiyorlarsa o zaman ya bizi sevmiyorlardır, ya böyle bir bilginin hiçbir işimize yaramayacağını düşünüyorlardır ya da bizimle irtibata geçemiyorlardır. Ama bu seçeneklerin üçü de saçmadır. Geleceği biliyor olmaları gerekir çünkü gelecek, onların hükümleri altında olan bir şeydir. Bu yüzden bizi gelecekle iletişime geçirebilmeleri gerekir ve o zaman bize bu iletişimi anlama yetisini de bahşetmiş olsalar gerektir. İşte bu yeti, kehanet sanatından başkası değildir (D 1. 82-3). Kehanet inan­ cı batıl değil, bilimsel bir inançtır çünkü birbirleriyle bağlantı halinde olan nedenlerin tek bir birleşik zincir oluşturdukları kabulüyle kol kola ilerler. İşte bu zincir, Stoacılann Kader diye andıkları şeydir (D 1. 125-6).
Sayfa 345Kitabı okudu
Marcus, savlarının büyük bir bölümünü Akademik Kuşkucu Kar­ neades'e borçludur. Tamamen tesadüf eseri gerçekleşiyorlarmış gibi görünen gelecekteki olaylan önceden bilmeye çalışmak anlamına gelen kehanet, Roma'da çok farklı biçimlerde icra edilmekteydi. Bu uğurda, yıldızlar inceleniyor, kuş­ ların uçuşları gözlemleniyor, kurban edilmiş hayvanların iç organlarına bakılıyor, rüyalar yorumlanıyor ve kahinlere başvuruluyordu. Modem dünyada bu kehanet biçimlerinin hiçbiri revaçta değildir ama Cicero'nun astrolojiyle ilgili düşünceleri maalesef bazılarınca bugün hala kabul gör­ mektedir. Quintus, falcıların, kahinlerin ve benzeri kişilerin geleceği nasıl başa­ rıyla öngördüklerine ilişkin sayısız hikayeler aktarır. Savunmasını, onla­ rın yaptığı kehanetlerin, kuşların ve kurbağaların davranışlarından ya da çalılıklardaki böğürtlenlerin bolluğundan yola çıkarak hava tahmininde bulunmaya benzediği esasına dayandırır. Her iki durumda da göstergeyle gösterilen şey arasındaki ilişkinin nedenini bilmeyiz. Ama biri yüzlerce kez üst üste düşeş attığında bunun sadece şans olamayacağını da biliriz. Evet, belki kahinlerin bütün kehanetleri doğru çıkmıyor olabilir ama doktorlar da bazen hata yapabilirler. Kahinlerin nasıl öngörüde bulunduklarını bil­ miyor olabiliriz ama mıknatısın nasıl çalıştığını da bilmiyoruz
Sayfa 345Kitabı okudu
Reklam
Platon'un Homeros'a ve şairlere yönelik saldırıları, modern okurlara biraz abartılı görünmüştür. Ama İlyada ve Odysseia'nın, Antik Yunan'ın eğitim sistemindeki başat rolünü ve dinin Eski Yunan insanının gündelik yaşamındaki önemini hatırda bulundurduğumuzda bu eleştirileri anlamak daha kolay olur. Eski Yunanlıların hiçbir zaman 'ehl-i kitap' olmadıkları doğrudur ve Homerik şiirler, Yunan insanının yaşamını ve inancını hiçbir zaman, Tevrat'ın, İncil'in yahut Kur'an'ın kendi inananlarının yaşamları­ na yaptığı gibi belirleyip yönlendirmemiştir. Buna karşılık, Homeros'un ve Hesiodos'un anlattığı hikayelerin o günün eğitim sistemine olan etkileri, peri masallarının ve çocuk kitaplarının bizim toplumumuzdaki etkilerin­ den çok daha ileri düzeydeydi. Platon'un yaptığı eleştiriler bu bağlamda okunduklarında daha anlaşılır hale gelmektedirler. Ayrıca bu eleştiriler cesaret gerektiren şeylerdi. Ne de olsa Sokrates, gençleri sitenin inandı­ ğı tanrılardan başka tanrılara inanmaya yönlendirdiği gerekçesiyle idam edilmişti (Apol. 26b).
Sayfa 325Kitabı okudu
Bilge insan, tutkulardan tümüyle azadedir ve bütün yararlı bilgilere sahiptir: onun erdemi bir tannnınkine denktir (LS 61J, 63F). Aradığımız bilge kişi, hiçbir insani deneyimin kendisini yıkabilecek kadar acı verici ya da ruhunu yükseltebilecek kadar haz verici ola­ mayacağını bilen mutlu kişidir. Evrenin ebediyetine ve sonsuzlu­ ğuna aşina olan bir kişiye hangi şey önemli görünebilir ki? (Cicero, Tusc. 4. 37).
Sayfa 319Kitabı okudu
Stoa etiğinin yumuşak kamı, mutluluğun kırılganlığı fikrini kabul et­ meye yanaşmamış olmalarıdır. Bu türden bir saplantıya klasik epistemo­ lojide de rastlamıştık: orada da yargıların yanılabileceğini kabullenmeye bir türlü yanaşılmamıştı. Bu epistemolojik saplantı, 'Zorunlulukla, eğer p olduğunu biliyorsam, o halde p'dir' cümlesinden, yanlış biçimde, 'eğer p olduğunu biliyorsam, o halde zorunlulukla p'dir' cümlesine geçilmesine yol açmaktaydı. Bu saplantının etikteki paraleli, 'zorunlulukla, eğer mut­ luysam, X'e sahibim' cümlesinden 'mutluysam, zorunlulukla X'e sahibim' cümlesine geçiş şeklinde kendisini gösterir. Bu argüman, geçerli bile olsa, bizi mutluluğun yitirilebilecek olan olumsal bir iyilikten doğduğunu red­ detmeye götürür (Cicero, Tusc. 5. 41).
Sayfa 319Kitabı okudu
Arzu, bir şeyin bize iyilik getireceği yolundaki yanlış sanıdan, korku ise bir şeyin bize zarar getireceği yolundaki yanlış sanıdan kaynaklanır. Bu sanılar, belli bir şeyi istemenin ya da o şeyden kaçınmanın, yerine göre uygun bir duygusal tepki olacağı yolunda bir sanıyı da beraberinde getirir­ ler. Stoik öğretiye göre erdem dışında hiçbir şey bize iyilik getirmeyeceği ve kötülük dışında hiçbir şey de bize zarar veremeyeceği için, arzu ve korku doğuran sanılar her zaman asılsızdırlar ve bu da tutkuların neden ortadan kaldırılması gerektiğini açıklar. Duygusal tepkiler her zaman uygunsuz değildirler. Haklı keyifler ve yerinde kaygılar da olabilir. Tepkiler uygun olduklarında tutku olarak görülemezler (LS 65F). Bilge insan bile birçok farklı çalkantılı bedensel uyarımın etkisinde kalabilir. Fakat bunlara bo­ yun eğilmediği sürece, tutku olarak görülemezler (Seneca, de Ira 2. 3. 1.).
Sayfa 318Kitabı okudu
Reklam
Var olan şeyler içinde bazıları iyi, bazıları kötüdür. Bazıları ise ne iyi, ne kötüdür. İyi şeyler, bilgelik, adalet, cesaret, ölçülülük gibi erdemlerdir. Kötü şeylerse bunların karşıtları olan ahmaklık, ada­ letsizlik gibi şeylerdir. Ne iyi ne de kötü olan şeyler ise ne yarar sağ­ layan, ne zarar veren şeylerdir. Mesela yaşam, sağlık, haz, güzellik, güç, zenginlik, şöhret, soyluluk ve bunların zıttı olan ölüm, hastalık, acı, çirkinlik, zayıflık, fakirlik, ünsüzlük ve soylu olmamadır (D.L. 7. 101 LS 58A).
Sayfa 316Kitabı okudu
Platon, olgunluk dönemi eserlerinden biri olan Philebus'ta mutluluk ve haz konusuna yeniden döner. Diyalogdaki karakterlerden biri olan Pro­ tarkhus, hazzın en büyük iyilik olduğunu iddia eder. Sokrates buna karşı­ lık bilgeliğin hazdan daha üstün ve daha mutluluk verici olduğunu söyler (lla-12b). Diyalog, farklı türden hazlann aynntılı biçimde tartışılmasına imkan tanır ve bu da hazzı, eş değerdeki şeylerden oluşan tek bir sınıf olarak ele alan Protagoras'taki yaklaşımdan epeyi farklıdır. Tartışmanın sonunda Sokrates, Protarkhus'a galip gelir ve iyiliklere yönelik aynntılı bir inceleme sonunda, en yüksek hazlann bile bilgeliğin altında yer aldıkları ortaya çıkar (66b-c). Diyalogun en ilginç kısmı, ne hazzın ne de bilgeliğin mutluluk getire­ ceği, yalnızca hazlarla bilgeliğin kanşımından oluşan bir yaşamın gerçek anlamda yeğlenir bir yaşam olacağı çıkarımıyla sona eren akıl yürütmedir. Her an haz peşinde koşup da akıldan bütünüyle mahrum olan kişi asla mutlu olamayacaktır çünkü halihazırda yaşamakta olduğu hazlar dışın­ daki hazları ne anımsayabilecektir, ne de onlara yönelik bir beklentisi ola­ caktır. Bu yüzden de insan gibi değil, istiridye gibi yaşayacaktır (21a-d). Ama hiçbir haz içermeyen salt zihinsel bir yaşam da aynı ölçüde kabul edilemezdir (21e). 'Bunların ikisi de yeterli, eksiksiz ve yeğlenir yaşamlar olamazlar.' En iyi yaşam, hazla bilgeliğin ideal bir uyumuyla elde edilebi­ lecektir (63c-65a).
Sayfa 298Kitabı okudu
Eğer adalet ruhun öğeleri arasındaki hiyerarşik uyumsa, o halde ada­ letsizlik ya da her türden ahlak bozukluğu da, ruhun daha aşağı öğeleri­ nin bu hiyerarşik düzene başkaldırmasından başka bir şey değildir (443b). Ruhtaki adalet ve adaletsizlik bedendeki sağlık ve hastalığa benzetilebilir. Dolayısıyla adil biçimde yaşamanın mı yoksa kötülük ederek yaşamanın mı daha yararlı olduğunu sorgulamak tamamen saçmadır. Beden bir kez hastalıktan mustarip olduğunda dünya malı yahut kudreti hayatı daha ya­ şanır kılmaya yetmeyecektir. Yaşamın ilkesi olan ruh, bir kez alt üst olup bozulduğunda yaşam daha beter hale gelmez mi? (445b).
Sayfa 297Kitabı okudu
Erdemin öğretilemiyor olması onun bir bilgi alanı olmadığını göster­ mez, bilakis, uzmanlaşılması imkansızlık ölçüsünde zor olan bir bilgi alanı olduğunu gösterir. Çünkü bu uzmanlaşma, bütün erdemlerin iç içe geçip bir oldukları bir yolda ilerlenmesini gerektirir. Cesaret sergileyen eylemler kuşkusuz ölçülülük sergileyen eylemlerden farklıdır ama ikisi de ruhun tek ve bölünmez bir halinin yansımalarıdırlar. Eğer cesaretin, olası tehli­ keler karşısında hangi davranışta bulunmanın iyi, hangisinin kötü olduğu­ nu bilmek anlamına geldiğini söylersek, o zaman onun iyinin ve kötünün bizzat kendilerini bütünlüklü biçimde bilmeyi gerektiren bir bilgi sahası­ nın parçası olduğunu kabul etmemiz gerekir (Lak. 199c). Tek tek erdemler bu bilimin parçalarıdırlar ama biz onlara ancak bir bütün olarak sahip olabiliriz. Böyle bir bilgiye de kimse sahip değildir, hatta Sokrates bile.
Sayfa 295Kitabı okudu
274 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.