Gazalî el-Mustesfâ’da ilimleri sınıflarken, kelâmın dinî ilimler arasında evrensel ilim (ulâm-i külliye) olduğunu savunur. Gazali’ye göre kelam en tümel olan şey olan varlık (el-mevciid)ı araştırmakla işe başlar. Varlık da ikiye ayrılır: Ezelî olan Allah’ın varlığı ve mümkün varlıklar (Gazali, 1325: 1, 5-9). Mümkün varlıklar ise cevher ve araz (töz ve ilinek) olmak üzere iki ye ayrılır. Gazalî daha sonra vahyi ve diğer dinî ilimleri ele alır. Peygamberlerin öğrettikleri şeyler rasyonel ispat yolu (elburhânü ’l-aklî) ile bilinir. Kelam bu bakımdan, küllî ilimler arasında sayılan fıkıh da dâhil olmak üzere diğer dinî ilimlere nazaran birincil (el-asl) bir değere sahiptir. Diğer ilimler kelama nazaran ikincil değerdedir (el-furü’). Mesela Gazali, elMustesfâ’da fıkhın kelama tabi olduğunu söylemektedir (s. 5). Fakihin akide ile ilgili bir ifadenin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda, Kur’an ve hadislerdeki akide ile ilgili ifadelerin tevilinin doğruluğu ile ilgili söz söyleme yetkisi yoktur. Çünkü böyle bir yargıda bulunmak için teolojik ve mantıksal bir temele dayandırmak gerekir. Gazali’nin kelamla ilgili bu düşüncesi onun kelamı bir tür “genişletilmiş metafizik” olarak gördüğünün işaretidir (Frank, 1994: 9). Gazali, kelam ilmini İhyâ’da “Allah’ın varlığından, sıfatlafından ve fiillerinden bahseden bir ilim” olarak tanımlarken (l, 23) el-Mustesfâ’da daha geniş perspektifli bir görüş serdetmektedir. el-Mustesfâ’da kullanılan Allah ile ilgili ifadeler, Gazalî’nin kelamının felsefeye en çok yaklaştığı yerdir.
Platon, İyi İdeası’nı anlatırken güneş ışığının insanın görmesindeki rolüne ve fonksiyonuna benzetmiştir. İnsanın gözüne görme gücünü veren ve eşyayı insanın gözü için görünür hale getiren nasıl ki güneşse, aynı şekilde, eşyayı insan için bilinir kılan ve insan da bilme gücünü oluşturan da İyi İdeasıdır. İyi İdeası, hem hakikatın hem de hakikatın bilgisinin nedenidir.İyi İdeası hem hakikatın ontolojik temeli, hem de hakikatm bilgisinin epistemolojik temelidir. Platon'a göre İyi Formunun hakikatla olan özdeşliği, güneşin görme ya da ışık ile özdeşliğinden daha fazla bir şey değildir (Allen & Spristend 2007: 28). Platon için İyi İdeasının güneşe benzetilmesinin bir başka nedeni daha vardır. Güneş şeyleri besleyip büyüttüğü ve onlara “olma gücü” verdiği gibi, “İyi” de sadece şeylerin üzerine saldığı ışıkla onların bilinmesini ve akla onları bilme gücü vermekle kalmayıp aynı zaman da şeylere varlığını da vermektedir. O halde iyi Platon’a göre sadece bir öz değildir, şeref ve aşkınlık bakımından özün ötesine uzanır.
Reklam
Gazalî el-Munkız’da, bir kimsenin felsefedeki yanlışları anlayabilmesinin iyi bir felsefe eğitimi almasına bağlı olduğunu söyler. Buradan eleştiri maksadıyla da olsa Gazali, anlayış ve idrak bakımından uygun durumda olan kimselerin felsefe eğitimi almasına, felsefî konularda derinleşmesine karşı olmadığı ortaya çıkar. Öyle ki, felsefedeki fasit şeyleri bulmak isteyen bir kimse felsefede en yüksek dereceye ulaşan bir filozofun derecesini dahi geçmelidir. Kendisinden önceki kelamcılar, Gazalî’ye göre bunu tam olarak gerçekleştirememişler, filozoflara karşı çıktıkları yerde onlardan aldıkları vuzuhu olmayan, perişan tenakuz ve fesatlarla dolu sözleri aktarmışlardır. Gazalî’ye göre, böyle bir savunma yapan kimsenin sözleri, değil ilim adamlarını cahilleri bile iknâ etmesi mümkün değildir. Gazalî bunu gerçekleştirmek için felsefe öğrenmiş hatta Makasidu'l felasife'de felsefe ile ilgili giriş mahiyetinde bilgiler vermiştir.
Gazalî’nin mantığı ve bazı felsefî ilimleri benimsemesi, bazı felsefî görüşlere daha müsamahakar davranarak onları kabul edilebilir bulması ve Müslümanlar arasında bilimsel bakış açısına karşı oluşan bazı tutumları ve taklitçiliği eleştirmesi, araştırmanın, tefekkürün önemine dikkat çekmesi felsefeye karşı ilginin artmasında etkili olmuş olabilir. Onun filozofların bazı görüşlerine yönelik eleştirisi aynı zamanda felsefeye bir istikamet tayin etmek anlamına geliyordu. Çünkü Gazalî’nin ifadelerinde, bu eleştiri konusu olan görüşleri savunmamak kaydıyla, felsefenin'güvenli bir alan olduğuna yönelik bir ima vardı. 12. Yüzyılda nasslara ve aktarıcı silsileyle kendisine ulaşan inanç esaslarını benimseyen ve bunları devam ettirmek isteyen kimse aynı zamanda İbn Sina’nın söylediklerininin de bütünüyle yanliş olamayacağını ve Gazalî’nin eleştirileri doğrultusunda yeni bir düzenleme yapılması halinde felsefenin kullanışlı olabileceğine dair bir anlayışın yayılmaya başlandığı söylenebilir. Felsefî meselelerin Gazali’den sonra kelam kitaplarında ele alınması bunun göstergelerinden biridir.
Gazalî (ö. 111 )’nin felsefe ile ilişkisi felsefi bir geleneğe yöneltmiş olduğu eleştiriye indirgenemeyecek derecede zengindir. Onun eski Yunan fîlozoflarını, bazı felsefe tarihçileri gibi Sufi ya da peygamber olarak görmediği ve ve felsefi düşünceyi normal insan zihninin bir ürünü olarak gördüğü açıktır. Yine de Gazalî kelam ve tasavvufa dair
Kelamın, felsefeden farklı olarak genel kabul gören ya da belli bir dinî gelenek içerisinde anlam kazanan öncüllere dayanması, kelâm ile felsefe arasındaki bir başka ayrımın varlığına işaret etmektedir. Genel kabul gören şeylerin ya da dini geleneklerin biçimi, devirden devire, toplumdan topluma, insandan insana değişiklik gösterebilir. Bu da kelâmın değişimini beraberinde getirir. Bu sanıldığı gibi kelam için bir dezavantaj olarak değerlendirilemez. Çünkü felsefenin hiçdeğilse görünüş itibarıyla sahip olduğu soğukluğa sahip değildir ve kelamın meseleleri herkesin dolaylı ya da dolaysız ilgili olabileceği şeylerdir. Kelam toplumdaki dönüşüme uygun bir biçimde dönüşme imkânına sahip olabilir. Kendisini katı rasyonelliğe hapsetmeden, yeni anlayışa uygun yeni önermelerle Müslümanların imanlarının müdafaasını yapabilir. Her ne kadar insana ait en eski bir bilme yöntemi olsa da ve bu anlamda insanlığın kazanımlarına önemli katkılarda bulunmuş olsa da, insanî olan söylemin sınırları felsefî söylemin sınırlarından daha geniştir. Felsefî söylemin sınırları, hiçbir zaman insanî olanın sınırlan olarak kabul edilemez. Çünkü felsefi söylemin her şeyi kuşattığını düşünmek safdillikten başka bir anlama gelmez. Felsefe kanıtlardan çıkan sonuçların kimlerin hayatına şu ya da bu biçimde bir anlam katacağıyla ilgilenmeksizin. daha çok kanıtların yapısıyla ilgilenir. Felsefe tek kıstas olarak, belli bir yöntemle elde ettiği doğruluğa sarılır. Kelamın ise bir gözü doğrulukta, diğer gözü de insanların belli bir yerde belli bir zamandaki dinî tecrübelerinin ne anlama geldiği meselesi üzerinde olmuştur.
Reklam
20 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.