20. yüzyılın sonlarına gelindiginde artık ebeveynlik ve evlilik neredeyse eşanlamlı olma özelliğini yitirdi. Bu kısmen ekonomik gelişmelerle bağıntılı bir durum: Endüstrileşmeyle birlikte bir çalışma birligi olarak aile dağılınca, çocuk sahibi olmanın ekonomik avantajları da yavaş yavaş ortadan kalktı, buna karşın maliyetleri ciddi oranda arttı. Bunun sonucu olarak da hızlı bir dönüşüm gerçekleşti. Bir formülle ifade edersek: “çocuk nimetinden çocuk yüküne”.5 Son yıllarda meydana gelen bu degişim her geçen gün daha da hızlanıyor. Çünkü çocugun getirdigi mali yükler hızla yükseliyor; en azından gelir, enflasyon ve ortalama geçim endekslerinden çok daha büyük bir hızla. “
“Love, marriage, baby carriage”: Aşık olursun, evlenirsin ve ardından çocuk yaparsın... Ellili yıllarda dünya bu kadar basit görünüyordu. Ama o günden bu güne çok şey değişti. Birbirini seven iki insanın, sırf bu yüzden evlenmeleri artık o kadar normal bir şey değil. Evlenmeye karar verenlerin de çocuk yapmaları o kadar normal değil artık. Acaba “çocuk düşmanı bir toplum”da mı yaşıyoruz? En azından şurası kesin: Ileri düzey endüstriyel toplumlarda dogum oranları altmışlı yıllardan bu yana belirgin bir şekilde düşüyor. Uluslararası karşılaştırmalar yapıldığında Almanya bu konuda uzun zaman liderliği elden bırakmadı. Ama son yıllarda bu durum da degişti: Italya’ da, 0 klasik “Bambini” toplumunda bile artık Almanya’ dan daha az çocuk dünyaya geliyor. Çocuk sevgisi... 19. yüzyılda bu konuda şarkılar söylendi, kafiyeler düzüldü, sık sık da kadının “özüyle” ilişkilendirildi, belli bir temele oturtuldu ve etrafına da romantik bir mitos örüldü. 20. yüzyılın sonlarına doğru ise esasen ebeveyn dergileri ve çocuk yetiştirme kılavuzlarının ana konusu oldu, pedagojik yönergeler ve davranış kalıpları içinde bir sütun, ebeveynlere çok yönlü programlar yapma sorumluluğunu yükleyen anahtar bir kelime oldu; hepsinin tek bir amacı vardı: Yeni kuşakların en uygun koşullarda yetiştirilmesini sağlamak. Eğilim, uygun doz tutturulsun diye uzmanlar tarafından yönlendiriliyor, ama burada da tuzaklar var: “Ilgi terörü”1 konusunda uyarılar sıkça görülmeye başladı bile.
Reklam
Modern evlilikte aşk ve duygular konusunda müşterek bir alan üretiliyor. Bunun gereği olarak da yeni bir karar verme prensibi ortaya çıkıyor ki o da şudur: Duygular sona erdiği anda evlilik de sona erer. Evliliğin güçlü duygu temelinde, aşkın kültürel tanımında böylece yeni bir anlam değişikliğinin köklerine ulaşılmış oluyor; “dogal olarak hayat boyu süren bir baglanmadan, sadece belli koşullar altında sürdürülecek olan bir baglanmaya”5 geçilmiş oluyor.
Modern hayatin karakteristik özelliklerinden biri de bireyin yaşamsal dünyasının giderek daha açık, ama daha karmaşık ve daha çelişkilerle dolu hale gelmesidir. Günümüzde belirgin olarak güçlenen koşulların da bu yapısal dönüşümde payı büyük: hızlı sosyal dönüşüm ve farklı normların ve beklentilerin geçerli olduğu çeşitli alanların birbirinden ayrılması; buna bir de geleneksel bağların ve yaşam çevrelerinin erozyonu, sosyal coğrafı mobilitenin yeni biçimleri ekleniyor; örnegin Rosenheim’da dogan biri egitim ya da iş için Hamburg’a taşıniyor, tatilini Garda Gölü’nde geçiriyor ve akşamını da belki Mallorca’da. ..
Psikologlar çok net konuşuyor: “Çağımız insanları için kişisel varoluşun en büyük problemi cinsel ilişkidir.”8 Demografi uzmanları istatistiklerden şunu okuyor: “Evlilik olayı çok canlı.” 9 Evlilik danışmanları ve evlilik terapistlerinin işleri yolunda. İlişki konulu kitaplar kitlesel boyutlarda satıyor. Bu gelişmeler içinde yeni yeni moda kelimeler ortaya çıkıyor, “Ilişki”den, “Kullan-at ilişki” kavramına geçilmiş durumda. Bilim insanlarl ise “Devam evliligi” ve “Taksidi monogami” gibi kavramları tercih ediyor. Böylece bir çelişki durumu ortaya çıkmış oldu. Erkekler ve kadınlar günümüzde artık ailenin arzu ve isteklerine boyun egmek zorunda degiller, tersine, kiminle evleneceklerine tarihte hiç olmadığı kadar kendi iradeleriyle karat veriyorlar. Dolayısıyla da bir eşle yaşamanın sundugu tatmin olma şanslarının çok daha büyük olduğu söylenebilir. Ama gerçek şudur: Giderek artan oranda kadın ve erkek, evliliklerini bitiriyor.
Bireyselleşme süreçlerinin, bu burada gözle görülür derecede belirgindir, her zaman iki yüzü vardır. Bir taraftan içinde daha fazla özgürlük şansı barındırır, hayat çemberinin çapını genişleten bir unsur olarak, hareket etme alanında ve seçme olanaklarında yeni kazanımlar olarak anlaşılır. Ama öteki taraftan hayat akışına yeni riskler, çatışmalar ve kırılmalar getirir. Özgürleşme sürecinin bu iki yüzü, özgürlüğün öteki yüzü ve vaatler arasındaki diyalektik, özellikle ikili cinsel ilişkilerde de kendini gösterir. Evliliklerin modern öncesi toplumun sınırlamalarından, kontrollerinden, zorlamalarından kurtulduğu, iki bireyin özgürce seçtiği bir birlik olduğu çarpışmalar, çatışmalar ortaya çıkar. Bir başka şekilde söylersek: Aşk, nihayet galip geldıği noktada, yeni yenilgiler tatmak zorunda kalır.
Reklam
108 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.